Aisha

“Ellerim hep soğuktur,” dedi genç kadın. Sebastian gülümsedi. “Ayaklarım da soğuktur.” “Hayatımın geri kalanını senin ellerini ve ayaklarını sıcak tutmak için harca­ yacağıma yemin ederim,” dedi. Ben de yemin ederim ki...” “Saçlarım döküldüğünde bile beni sevmeye mi?” dedi Sebastian. “Kesinlikle.” “Hep kazanacak olmama rağmen benimle dart oynamaya mı?” “Bundan pek emin değilim...” “Şey...” Sebastian bir an için durdu. “Aslında hepsi bu kadar.” “Gerçekten mi? Sonsuza kadar bağlılık konusunda bir şey yok mu?” “O saçlarımın dökülmesiyle ilgili bölüme dahildi.” “Bir ömür arkadaşlık?” “İşte o da dart oynamayla ilgili kısımdı.”
Reklam
“Elli üç yaşında olabilirim- ” Yetmiş bir. “Ama hâlâ oldukça dikkatliyim.”

Reader Follow Recommendations

See All
“Bayan Winslow amcanın kendisine evlenme teklif etmek üzere olduğunu dü­ şünüyor,” dedi. Sebastian derin bir nefes verdi. “Pekâlâ,” dedi rahatlatmaya çalışarak. Annabel’in bir elini avucuna aldı ve sıktı. “Her şey yoluna girecek. Onunla evlenmemi isteseydi ben de ağlardım.”
Bu sahneyi kafamda canlandırınca çok hoş göründü
“Annabel? Bayan Winslow?” Annabel bitkin biçimde gülümsedi. “Burada ne yapıyorsun?” diye sordu adam. Kaşları kay­gıyla çatılmış halde odanın diğer tarafına doğru hızla yürüdü. “Bir sorun mu var?” Annabel başını hayır anlamında salladı,ama Bay Grey’e bir kere ba­kınca bastırmak için çok uğraştığı her şey uyandı, gözlerinin arkasına baskı yaptı ve boğazı düğümlendi. “Annabel?” dedi adam, önünde diz çökerek. Annabel gözyaşlarına boğuldu.
Reklam
“Oh, anladım. Bunu düşünmemiştim. Peki, en sevdiğin kitap hangisi? Onunla başlayayım.” Bay Grey bir süre düşünüp, “Seçmem mümkün değil. Her birinde sevdiğim farklı şeyler var,” dedi. Annabel gülümsedi. “Annem ve babam gibi konuştun, han­ gimizi daha çok sevdiklerini ne zaman sorsak böyle derlerdi.”
“Kötü anlar olma­sa hayatın anlamı olur muydu?”
Sanırım komediler daha eğlenceli. Ama sade­ce o olsaydı trajedilerin yaşattığı abartılı drama hissini asla deneyimleyemezdik
“Ayrıca yanlış anlaşılmalar olmasaydı, üzücü şekilde iyi edebiyattan mahrum kalırdık,” dedi Bay Grey keyifle. Annabel sorgulayıcı şekilde baktı. “Romeo ve Juliet nerede olurdu?” “Yaşıyor olurdu.” “Doğru, ancak bizlerin kaçıracağı saatler süren eğlenceyi düşün.”
“İki konuyu karıştırıyorsun,” diye araya girdi adam. “Biri dolambaçlı konuşma, diğeri ise sadece dedikodu.” “Her ikisi de aynı derecede sinsi.”
Reklam
“İnsanların gerçekten demek istedik­lerini söylemesiyle ilgili takıntını anlamaya başlıyorum,” dedi. “Bu bir takıntı değil,” diye itiraz etti. Adam kaşıyla tuhaf bir hareket yaptı. Bu hareketi göz bandı nedeniyle anlaşılmadı ancak bu bir şekilde olayı daha da kışkırtıcı hale getirdi. “Takıntı değil,” diye ısrar etti Annabel. “Mantıklı olan bu. İnsanların, başka birisine söyleyerek iletmek yerine, sadece birbirleriyle konuşarak engel olabilecekleri tüm o yanlış an­ laşılmaları bir düşün- ”
“Tecrübelerime göre kadınlar nefes al­madan aynı anda en az altı şey yapabilir.” “Ve erkekler?” “Ah, biz fazlasıyla aptalız. Aynı anda hem yürüyüp hem de konuşmamız bile mucize.”
Birisinin sırf gözlemleyerek başka bir insan hakkında söyleyebilecekleri inanılmazdı. Ve dinleyerek de. Ve insanlara bir beyni olduğunu unutturacak kadar yakışıklı görünerek de.
Gloucestershire rüya gibi gözükmeye başlamıştı. Lond­ ra’daki her şey ise çok... parlaktı. Tam olarak değil, tabii ki. Doğrusunu söylemek gerekirse Londra’daki her şey aslında griydi, parlak ince bir is ve kirle kaplanmıştı. Annabel neden “parlak” kelimesinin aklına geldiğine bir anlam verememişti. Muhtemelen hiçbir şey basit gözükmediği içindi. Kesinlikle anlaşılır değildi. Ve hatta belki biraz da kaygandı.
“Bir şey biliyormuş gibi gülümsemeyi bırak. Centilmenler bir şeyleri bilen leydi istemez. En azından eş olarak,” derdi.
4,026 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.