İlk insanların, karada, kendilerine mahsus birkaç dönüm arazileri muhakkak varmış. Bütün anlaşamamazlık belki de kuvvetlinin zayıftan aldığı toprak yüzünden çıkmış. Hâlâ da çıkmakta...
Bir gün artık o hale geldi ki onsuz her şey, yalnız her şeydir. Artık ne masallar masaldır. Ne hikâyeler hikâye. Öyle bir dünya düşünelim ki hiçbir şairi yoktur. Öyle bir memleket düşünelim ki, müzik yasak edilmiştir. Meyhanelerin şarabı sirkeleşmiştir.
Bu his tarif edilmez, anlatılmaz ama bir şeye benzetilebilir: Kafanı bir mengeneye sıkıştırır mısın? Mengene ağır ağır sıkmaya başlar mı? Kafanla beraber bütün ruhunun sıkıldığını duyar mısın?
Düşlerinin paramparça oluşundan çok, yaraların verdiği sızıdan acı duyuyordu. Çünkü artık bütün umutların sonuna gelmiş, şan ve şöhret özlemini de geride bırakmıştı.
"Olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir, olgun insanın özelliği ise bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir."
"Öldü, biliyorum! Bilmediğimi mi sanıyorsun? Ama, onu yine de sevebilirim, değil mi? Bir insan öldü diye onu sevmekten vazgeçmek zorunda mısın, Tanrı aşkına; özellikle de, hayatta olanlardan bin kez daha iyi kalpli bir insansa?"