Bu olaylar ve bu âlem ezelî ve ebedî değildir. Havva ve Adem nerede? Ey dedem! Aklın varsa an bu andır, an bu an. Geçmişi hatırlamak korku, ıstırap ve keder verir. Kaderle uğraşma. Çünkü kimse kalıcı değildir, herkes gidici-dir. An bu andır, an bu an. Senin gibi bir dilencinin dert ve sıkıntı ile uğraş-ması yazık değil mi? Şimdinin ve geleceğin derdiyle uğraşma! An bu andır, an bu an. Bu hayatta vefa yoktur, her günü dert ve eziyettir. Ey huzura can atan! Ömrünü boşa geçirme. An bu andır, an bu an. Bilen kimse Ethem imiş, bilmeyen ise sersem imiş. Ölüm sırasında hayat sadece bir nefesten ibaret olup, geride kalanlar dert ve keder imiş. An bu andır, an bu an. An bu andır, an bu an.
Sürgit yürüyorum bu sahillerde,
Kum ve köpük arasında böyle.
Dev dalgalar silecek ayak izlerimi,
Rüzgâr esip götürecek, sisi, köpüğü,
Burada yaşadıklarımı,
Düşlerimi, düşüncelerimi;
Fakat deniz ve sahil,Onlar kalacak sonsuza kadar.
Silahlar uğursuz aletlerdir. Silahtan başka çözüm kalmadığında bile soğukkanlı olmak,
açgözlülükten kaçınmak, zaferi kutlamamak yapılacak en iyi şeydir. Zaferi kutlayanların gözünü
kan bürümüştür ve bu tür insanların dünyaya yararı olamaz.
Herder şöyle der: Milli topluluklar eşi benzeri olmayan,
kendilerine özgü oluşumlardır. Özlerini unutmuş
bir gerileme sürecine girmiş olabilirler ama bu eski doğal,
otantik hallerine dönmeyecekleri anlamına gelmez
Hazır mısın?
Has unumla, öz suyumla kardığını ... !
Teknelerden taşmaya hazır mısın?
Som yürekler ateşiyle yakılan
Fırın kızdı. . . Pişmeye hazır mısın?
Bahar geldi. Ey bahtımın cemresi. . . !
Gönüllere düşmeye hazır mısın?
Bin derdimin dermanı soylu neşter . . . !
Kör çıbanlar deşmeye hazır mısın?
Işıdı gün, göründü yol menzile . . .
"Benli Boz"um ! Koşmaya hazır mısın?
Atan, deden dağlar, deryalar aştı ...
Sen, kendini aşmaya hazır mısın?
Elin olsun göklerin alt katı. . . Sen
Arş'a doğru uçmaya hazır mısın?
“Nereye gidiyorsun çocuk,” dedim içimden, “büyümeye mi?”
Kapı, çocuğun ardından kendi ağırlığı ile hareket ederek yavaşça kapandı. Kilidin dili yuvasına
otururken, tarifi imkânsız bir ses çıkardı.
-bitse ne olur,
-bitmese ne?
Mesleki manyaktım. İşimi oyun gibi yapar, patronu beni çalıştırdığı
duygusundan ve zevkinden mahrum eder ya da titizlenir, müşteriyi hasta ederdim. Neticede yine
kapıyı göstermişlerdi. Bu kapıları tanıyordum. Kapanırken enteresan sesler çıkarıyorlardı.