Bütünüyle unutulmaya kimsenin gücü yetmiyor. Bir duvarda iki satır yazı, bir albümde soluk bir resim, bir hafızada silik bir hayal olarak kalıyor istemese de. Bütünüyle unutulmak gibi acıklı bir oyuna kimsenin yüreği dayanamıyor.
Kimse onun üstüne düşmedi. Üstüne düşülmesinden çok hoşlanırdı. Bilemediler.
Bütün hayatınca konuştu. Sonunda tutunamayanlar diye bir söz çıkarabildi ortaya: bir tek kelime. Çoğul bir kelime. Unutamadığı bazı insanları birleştiren bir kelime. Bu sefer, düşüncesini Süleyman Kargı'dan başkasına açıklamadı. Süleyman da kimseye söylemedi. Bütün hayatınca tutunamayanlardan kaçtığını sezer gibi oldu. Kendisine de bulaşmalarından korktuğunu anladı. Onlara yapmış olduğu bu haksızlığın ıstırabıyla kıvrandı. Onların gerçek temsilcisi olmak için eline çok fırsat geçmiş olduğunu ve bu fırsatları kaçırdığını anladı. Bu düşüncelerinden de kaçmaya çalıştı. Bütün hayatınca düşüncelerinden kaçmıştı. Son olarak odasına sığındı. Kapıyı kapattı. Sesleri duymaz, görüntüleri görmez oldu. Yemek yemez, içki içmez oldu. Dostundan kaçar, düşmanını bilmez oldu. Sığındığı son yerde de onu buldular. Yerini tespit ettiler. Bütün tanıklar dinlendi. Savunmalar alındı. Gereği düşünüldü. Hiçbir etki altında kalmadan bağımsız olarak karar verildi. Adam kapıyı açtı, içeri girdi ve tabancasını çıkararak ateş etti.
...Hüsnü, bir gece evden kaçtı. Polis onu yakaladı ve Hüsnü bir süre çocuksuz ailelerin evlerinde kaldı. Hüsnü bu insanları anlayamıyordu. Çocukları olmadığı için onu alıyorlar, sonra da durmadan dövüyorlardı.
...yaşamak aynı zamanda yaşamış olduklarını hatırlamak demektir hatırladıkça bunalıyorum neden babam bizi bu karanlığa boğdu neden bu evden bir türlü çıkamadım neden yamalı çoraplarımı ilk giydiğim gün sokağa atmadım neden bütün isyanlarımı kafamda yaşadım...
...bütün hayatımca başvurabileceğim merciler düşündüm her şikayetim için ayrı bir merciye gidiyordum onlara diyordum ki bütün istediğim haksız bir muamelenin düzeltilmesi sayın baylar lütfen beni bir kere dinleyin beni bir kere dinlerlerse bütün karışıklıkların düzeleceğine inanıyordum kendimi o kadar haklı görüyordum ki bütün aksaklığın bilmemelerinden doğduğunu sanıyordum bir kere dinleselerdi beni oysa dinleyenler de oldu neyse geçelim bunu sayın baylar...
...uygunsuz bir saatte ölmüştü babam birçok gazete kabul etmedi sayfalarını bağlamışlardı kimse görmedi gazetedeki ilanı bugün bile yolda tanıdıklara rastladığım zaman bana hala sorarlar babamın nasıl olduğunu bir sıkılganlık gelir üstüme söyleyemem bir türlü ne anlatacaksın babamın bu kadar sönük bir şekilde ölmesinden utanırım iyidir idare ediyoruz işte gibi bir şeyler mırıldanır geçerim gözyaşlarım yanaklarımı üşütüyordu Hasan Bey uzakta mezarlığın kapısında kaloriferli arabasının içinde ölümden korkuyordu mezarcılar toprağı güçlükle kımıldatıyorlardı kimsenin kabahati yoktu kimseyi suçlamak mümkün değildi gene de ifade edilmesi güç ölümden öte bir haksızlık olmuştu bir yıl sonra mezar taşını yerleştirirken taşın bir kenarını kırdılar bütün bunlar unutuldu gitti beni hiçe saydıkları duygusu ise iyice yerleşti içime o güne kadar hiç ölü görmemiştim ölü görmeyi ondan bir parçanın ölümün bana bulaşması gibi bir uğursuzluk sayardım hiç görmezsem sanki hiç ölmeyecektim bu duygu da silindi içimden zaten hangi özelliğimi koruyabildim özendiğim hangi işi sonuna getirebildim kimsenin cenazesine gitmem o günden beri bir kişi eksik olsun törende cenazenin gösterişi bozulsun unutulmadan unutulsunlar ne kadar sözünün eri bir aileymişiz babam ölüyorum dedi kollarımda ve öldü bu kadar işte biz böyleyiz bizim de değerimiz anlaşılır bir gün elbette...