İnsan gün görmedikçe bildiğini hak sanıyordu belki de. Gördükçe de anlıyordu ki şu dünya denen handa bilip ettiğimiz eninde sonunda hiçbir bok değildir.
“Hayatı boyunca sevgi açlığı çekmişti. Sevgiye hasretti. Varoluşunun temel talebiydi sevgi. Ama hiç sevgi görmemiş ve zaman içinde katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyaç duyduğunu fark etmemişti bile. Şimdi de bilmiyordu bunu. Sadece sevginin nasıl ifade edildiğini görmüş, yüreği hoplamış ve ne kadar güzel, yüce ve muhteşem bir şey olduğunu düşünmüştü.“
Türkiye'deki üçlü ideolojik bölünme giderek netleşiyor. Bir yanda, Atatürk'e saygı ve bazen sevgi duyan ama Kemalizme karşı olanlar var. Atatürk'ü -daha çok- bu yurdu düşmanlardan kurtarmış bir kahraman olarak benimsiyorlar. Ama Kemalizmin birçok ilkesine kısmen ya da tamamen karşılar. Laiklik, devletçilik, devrimcilik ve halkçılık karşısındaki tutumları çok açık. Cumhuriyetçiliğe karşı değiller ama içerdiği demokrasi anlayışı onlar için fazla geniş. Ulusçuluğa karşı değiller ama onların ulusçuluk anlayışı -en azından son yıllara kadar- Kemalist ulusçuluktan çok farklı: "Irk"ın ve "din"in öne çıktığı bir ulusçuluk. Çok zaman "yayılmacılık" eğilimleri de taşıyor.
İkinci kesimdekiler, hem Atatürk'e hem de Kemalizme karşılar. Halifeliği ve hatta padişahlığı kaldırdığı için. Kimisi Atatürk'e kızgın kimisi de düşman. Laikliği içlerine sindirebilmeleri söz konusu bile değil. Onlar açısından önem taşıyan "ümmet" olduğu için Kemalist ulusçuluğu kabul etmeleri de olanaksız. Demokrasiyi içeren bir cumhuriyetçilik ile devrimcilik ve halkçılık da tümüyle ideolojilerinin dışındadır. Sadece devletçilik ilkesi görünüşte
onlara ters düşmemektedir.
Geriye kalıyor, hem Atatürk'e hem de Kemalizme sahip çıkanlar. Atatürk ile Atatürk'ün önderliğinde gelişen Türk devrimini ve ideolojisini bir bütün sayanlar. Bir bütün olarak benimseyenler. Yirmi birinci yüzyılın gerektirdiği yenilenmeyi, Kemalizmin ışığında gerçekleştirmek isteyenler.