Siyasi ve sosyal sıkıntılarla başlayan kitap ilk bölümlerde bize iki vahşetle kapısını aralıyor, Witt kardeşler insanlar tarafından katledilirken siz de tüm olanlara tanık oluyorsunuz. Sıra ise her şeyden habersiz tek derdi laleler olan vaftiz oğlu Cornelis van Baerle'ye geliyor. Tam yargılanmak üzere idam sehpasına çıkarılan mahkum Cornelis'in cebindeki üç siyah lale tohumunun kaderini ise zindancının kızı Rosa belirleyecek. Üzerine yüz bin florin ödül konan lalenin peşinde hırs ve kıskançlığın esiri olmuş Boxtel koşarken bu hiç de kolay olmayacak. Güçlü betimlemeleri ve dönemin ruhunu bize yansıtması ise cabası, keyifli okumalar.
Bir mahkûmun kendisine ait bir şeyi olabilir mi?
Bazen kaderin oyunlarından en güçlü adamlar bile kurtulamaz.
Ama kötü fikirlerin ürkütücü yanı, şeytani zihinlerle yavaş yavaş yakınlaşmalarıydı.
Aşk, dünyanın tüm çiçeklerinden daha parıltılı, daha hoş kokuluydu.
Cornelis, Rosa ile gönlünü eğlendirebilirdi, ama iş yüreğini vermeye geldiğinde, tercihini sıradan bir zindancı kızı yerine, çiçeklerin en soylusu ve en kibirlisi olan laleden yana kullanacaktı.