Bana öyle geliyor ki, ne kadar sıkıcı, hatta bunaltıcı bir yer olursa olsun, akıllı, okumuş bir insanın gereksiz sayılabileceği hiçbir kent yoktur, olamaz da... Bu geri kalmış, yoz kentin yüz bini bulan nüfusu arasında sizin gibi yalnızca üç kişi bulunduğunu varsayalım. Sizi kuşatan bu yoz kalabalıkla baş etmenize olanak yoktur, bunu kimse sizden isteyemez. Yaşadığınız sürece bu yüz bin kişilik kalabalık arasında siz de yavaş yavaş gerilemek, zamanla erimek durumuna düşersiniz. Yaşam sizi boğmaya çalışır, ancak tümüyle yok olmazsınız, etkiniz bütünüyle silinmez. Sizin benzeriniz sizden sonra belki altı kişi, belki on kişi, belki daha fazlasıyla ortaya çıkar. Öyle ki, sonunda sizin gibiler çoğunluk oluşturur. İki yüz, üç yüz yıl sonra yaşam akla hayale sığmayacak kadar güzel ve şaşırtıcı olacaktır. Gerçek insana böyle bir yaşam gereklidir. Şimdilik böyle bir durum yoksa da, insanoğlu onu sezmeli, hayalinde canlandırmalı, beklemeli, buna hazırlanmalıdır. İnsan bu tür bir yaşayış için dedelerinin, babalarının gördüklerinden, bildiklerinden daha çoğunu görmek, bilmek zorundadır.