Baran

Baran
@Baran48
"sabahları sökün eylerken şafak güneşinin sıcaklığını iyi sakla yine geleceğiz!"
Praksis
II - Nesnel hakikatin insan düşüncesine atfedilip atfedilmeyeceği sorunu -bir teori sorunu değil, pratik bir sorundur. İnsan, hakikati, yani düşüncesinin gerçekliğini ve gücünü, bu dünyaya aitliğini pratikte kanıtlamalıdır. Pratikten yalıtılmış düşüncenin gerçekliği ya da gerçeksizliği konusundaki tartışma, tamamıyla skolastik bir sorundur. III- Ortamın değiştirilmesine ve eğitime ilişkin materyalist öğreti, ortamın insanlar tarafından değiştirildiğini ve eğiticinin kendisinin de eğitilmesi gerektiğini unutur. Bu yüzden de, toplumu, biri toplumdan üstün olan iki kısma ayırmak zorunda kalır. (Örneğin Robert Owen'da.) Ortamın değiştirilmesi ile insan faaliyetinin ya da kendi kendini değiştirmenin çakışması, yalnız devrimci pratik olarak kavranabilir ve ussal biçimde anlaşılabilir. VIII- Tüm toplumsal yaşam, özünde pratiktir. Teoriyi gizemciliğe saptıran bütün gizemler, ussal çözümlerini insan pratiğinde ve bu pratiğin anlaşılmasında bulurlar. XI - Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.
Sayfa 12 - Feurbach üzerine tezler ; 2,3,8 ve 11. tezler
Reklam
‘Ödüllendiren ve cezalandıran bir tanrı fikrini kavramak, insanın eylemleri dışsal ve içsel zorunluluklar tarafından belirlendiği için çok zordur. Çünkü bu durumda, Tanrı’nın gözünde, cansız bir nesne hareketlerinden ne kadar sorumluysa, insan da başına gelenlerden ancak o kadar sorumlu olabilir. Bilim bu nedenle yıkıcı bir ahlaka sahip olmakla suçlanır, ama bilimi bununla itham etmek hiç adil değildir. Bir insanın etik davranışları empatiyle, eğitimle, toplumsal bağlara ve ihtiyaçlara dayandırılmalıdır; bunun için dini bir dayanağa gerek yoktur. İnsan cezalandırılma korkusuyla ve ödüllendirme ümidiyle kendini kısıtlasaydı, asıl o zaman içler acısı bir halde olurdu. Böyle düşününce, kilisenin neden ezelden beridir bilimle savaştığını ve bilime meraklı olanlara zulmettiğini anlamak kolaylaşır. Doğa’ya asla bir hedef ya da amaç veya insana özgü gibi görünebilecek başka bir nitelik atfetmedim. Doğa’ya baktığımda muhteşem bir yapı görüyorum. Sadece yarım yamalak anlayabildiğimiz bu yapı, aklı başında bir insanda ancak tevazu uyandırabilir. Bu sahici dini duygunun mistizimle uzaktan yakından alakası yoktur.’
Hazzın kimi inceliklerini kavrayamayan, sinirleri sağlam insanlardan söz edeyim biraz da. Bu baylar, gerçi sırası gelince öküz gibi böğürüp bununla belki de büyük bir onur kazanırlar, ama demin de söyledim ya, bir zorlukla karşılaşınca siniverirler. Zorluk onlarca taş duvar demektir. "Hangi taş duvar?" diyeceksiniz. Elbette
III. Bölüm, son paragraf

Reader Follow Recommendations

See All
Doğa insanın gerçek yararıyla ve korunmasını amaçlayan insan usunun yasaları ile sınırlı değildir; onun sınırları çok daha geniştir ve içinde insanın bir zerrecikten ibaret olduğu, doğanın sonsuz düzeni ile ilgilidir; bütün bireylerin belirli bir biçimde yaşamak ve davranmak üzere şartlanmış olmaları bunun sonucudur. Bundan dolayı, doğadaki herhangi bir şey bize gülünç, saçma ya da kötü görünürse, bu bizim ancak bölük pörçük bir şeyler bilmemizden ve bir bütün olarak doğanın düzeninden ve iç ilişkilerinden büsbütün habersiz olmamızdandır;sonra da her şeyin kendi insan usumuzun gerçeklerine göre düzenlenmiş olmasını istememizdendir ; gerçekte usun kötü saydığı şeyler, bütünüyle doğanın düzeni ve yasaları açısından değil, ancak bizim usumuzun ve yasaları açısından kötüdür.
Sayfa 75
Şairin gerçeklik algısı, düşü gerçeğe dönüşümünde bilincin rolü
'Şairler, sözün ve sezginin tek sahibi olmayı asla düşünmediler. Onları tüm dünya ile paylaşmak gibi bir duyguda oldular. Bunun için de insanlara sezgiyi önerdiler. Sezgiden yoksun bir aklın dünyayı cehenneme çevirebileceğini söylediler. Şairlere kulak veren kimileri sezgiyi de benimsediler. İşte aklıysa sezgisini buluşturanlar bilmek vadisini keşfe çıktılar ve bilimi kurdular. Denilebilir ki, bilim vadisinde yürünen her koyak, önce sezginin rüzgarı ile doldu ve onun fısıldayışını dinledi. Ama aklından başka bir şeyi kullanmak istemeyenler de vardı. Bunlar, şairleri hayalci, olmamışı olmuş gibi gösteren sapkınlar olarak gördüler Onların sözlerine kulak vermenin saçma sapan bir şey olduğunu söylediler. Haklıydılar belkiç Ve zaten haklı olmak onlara yetiyordu. Bu dünyaya sadece ve sadece haklılık koltuğuna oturmak için gelmişlerdi.Bu akıllılara göre söz gelimi Donkişot, zavallı, yanlız, mutsuz ve bir başınaydı. Aklın durduğu yerde Donkişot, yerden yere vurulmalıydı ve öyle de yaptılar zaten. Çocuklarının Donkişot'tan uzak durmasını istediler. Sevdiklerini akılsız davranışları nedeniyle Donkişot'a benzettiler hep. Donkişot'u ancak şairler sevdi, birde düşlerine sahip çıkanlar. Onu, bir şair sandılar Her şair Donkişot'tan bir şey almıştı çünkü. Ama galipler, hayalden yoksun akıllılardı. Böyle olması kaçınılmazdı ve şairler, bu akıllılar karşısında yenilmeyi göze alacak kadar cesurdular. Egemenlik şaire, şiire ve hayale yakışmıyordu çünkü. Şiirin payına düşen eşitlik ideolojisi idi ve şiir hep bunu duyumsatmaya çalıştı.
Sayfa 4
Reklam
Geri1209
3,148 öğeden 3,136 ile 3,148 arasındakiler gösteriliyor.