Kapitalizm hayat stratejimizi belirliyor. Hayatı sorgulamamızdan tutun da aile, eğitim, hukuk, siyaset gibi tüm alanlarda bizi idare edebilmek pahasına bizi uyuşturarak bir dengede tutmaya çalışıyor. Çünkü hayat stratejisinin kapitalizmin belirlediği sınırların dışına taşması onun adına büyük bir tehlike telkin etmektedir. Tam da bu nedenle ancak standart kalıpların dışına çıkarak, onun "evet" dediklerine hayır diyerek ve bunu uygulamaya dökerek onunla hesaplaşabiliriz.
Kendi bilgim sınırlarında konuşmak gerekirse...
Kapitalizmin pozitivizmden tutun da varoluşçuluğa kadar her şeyi kullandığı doğru olsa da tüm bunlara salt burjuva ideolojisi olarak bakmak çok sığ bir yaklaşım biçiminin üründür. Bu noktada postmodernizme hak vermemek elde değil. Dünyanın en büyük doğrusu dahi olsa; tüm diğer sistemleri ötekileştiriyor, kendisini ilahlaştırıyorsa; tüm anlatılara salt bir üst anlatı penceresinden yaklaşıyorsa bizzat ve bizzat iktidar istiyor demektir. Nietzsche'yi tam da bu noktada anlayabiliyorum... Egemenlik arzusunun hınç ve nefrete döküldüğü yerde; kendi anlatısını ilahlaştırdığı yerde... Yaşamı idealler adına çürüttüğü yerde...
Tanrı ölmedi, Tanrı buharlaşıyor... Katı olan her şeyin buharlaştığı sahada... Ve yeni bir forma dönüşüyor... Diğer her şey gibi Tanrı, Nietzsche'nin söylediğini aksine evrim geçiriyor ama asla yok olmuyor...