Beyda İrem Bozkurt

“Fakat Risale-i Nur ile mübareze edemezsiniz ve etmeyiniz. Onu mağlup edemezsiniz. Mübarezede millet ve vatana büyük zarar edersiniz. Fakat şakirdlerini dağıtamazsınız. Çünkü hakikat-i Kur'aniyenin muhafazası yolunda kırk elli milyon şehit veren bu vatandaki geçmiş ecdadlarımızın ahfadlarına bu zamanda hakikat-i Kur'aniyenin muhafazası ve âlem-i İslâm'ın nazarında eskisi gibi dindarane kahramanlıkları terk ettirilmeyecek. Zahiren çekilseler de o hâlis şakirdler ruh u canıyla o hakikate bağlıdırlar. Ve o hakikatin bir âyinesi olan Risale-i Nur'u terk edip o terkle vatan ve millet ve asayişe zarar vermeyeceklerdir.”
Reklam
“Yük ağır, ben de gayet âcizim. Nazarım da kısa, yol da zulümatlı. Ne vakit sünnete yapışsam yol aydınlaşıyor, selâmetli yol görünüyor, yük hafifleşiyor, tazyikat kalkıyor gibi bir halet hissediyordum.”
“Gözlerinin nuru sönmüş, iç âlemlerinin ışığı sönmüş, harabeye dönmüş olan körler; bu nurdan, bu ışıktan korktular. Bu aziz adamı, dillerden hiç eksik etmedikleri "İnkılaba, laikliğe aykırı hareket ediyor." diye tekrar tekrar mahkemeye verdiler, tekrar tekrar hapishanelere attılar. Kaç kere zehirlemek istediler. Ona zehirler, panzehir oldu. Zindanlar dershane… Onun nuru, Kur'an'ın nuru, Allah'ın nuru vatan sınırlarını da aştı. Bütün âlem-i İslâm'ı dolaştı. Şimdi Türkiye'de, her teşekkülün, vatanını seven herkesin, önünde hürmetle durması lâzım gelen bir kuvvet vardır: Said Nur ve Talebeleri. Bunların derneği yoktur, lokali yoktur, yeri yoktur, yurdu yoktur, partisi patırtısı, nutku, âlâyişi nümayişi yoktur. Bu, bilinmezlerin, ermişlerin, kendini büyük bir davaya vermişlerin şuurlu, imanlı, inanlı kalabalığıdır.”

Reader Follow Recommendations

See All
“Yeknesak istirahat döşeğindeki hayat, hayr-ı mahz olan vücuddan ziyade, şerr-i mahz olan ademe yakındır ve ona gider.”
“Risale-i Nur dâiresine girenler, tehlikede olan îmanlarını kurtarıyorlar ve îmanla kabre giriyorlar ve Cennete gidecekler.”
Reklam
“Dünya madem fânidir. Hem madem ömür kısadır. Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur. Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır. Hem madem dünya sahipsiz değil. Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerîm bir Müdebbiri var. Hem madem ne iyilik ve ne fenalık, cezasız kalmayacaktır. Hem madem لَا يُكَلِّفُ اللّٰهُ نَفْسًا اِلَّا وُسْعَهَا (Allah kimseye gücünden fazlasını yüklemez.) sırrınca teklif-i mâlâyutak yoktur. Hem madem zararsız yol, zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler, kabir kapısına kadardır. Elbette en bahtiyar odur ki: Dünya için âhireti unutmasın, âhiretini dünyaya feda etmesin, hayat-ı ebediyesini hayat-ı dünyeviye için bozmasın, malayani şeylerle ömrünü telef etmesin, kendini misafir telakki edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin, selâmetle kabir kapısını açıp saadet-i ebediyeye girsin.”
“Bırak ey bîçare feryadı, beladan kıl tevekkül. Zira feryat bela-ender, hata-ender beladır bil. Eğer bela vereni buldunsa safa-ender, atâ-ender beladır bil. Eğer bulmazsan bütün dünya cefa-ender, fena-ender beladır bil. Cihan dolu bela başında varken ne bağırırsın küçük bir beladan, gel tevekkül kıl! Tevekkül ile bela yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül. “
“Hazret-i Eyyüb aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyüb'den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalp ve ruhumuza yaralar açar.”
“Ancak arada bir gerçekten yaşayacaksın: duygusal olarak ‘unutulmaz bir an’ denen yaşam aralıklarından birinde, tam kendin olarak, tam kendisiyle yüzyüze geldiğin bir başka kişiyle birlikte, birşey yaşadığında (bir sevinç, bir acı…) — o zaman gerçekten yaşarsın. Ama bu ‘an’ları son derece seyrek yaşarsın bunların sağladığı anlam yoğunluğu, yaşamının bütün geriye kalan çölünü yeşertmeye yetecek.”
“Yaşamın, beklediğinin gelmemesi — ki, işte: senin de, gelmeyeceğini bildiğini beklemen olacak.”
Reklam
“..en çok beklediğinin de, gelse bile birgün, hiçbirzaman beklediğin anlamda gelmeyeceğini bilerek…”
“Kendi varoluşu, dünyanın tüm varoluşu ile birlikte ona yük olmaktadır. Yorgundur.”
“Müslüman, şuurlaş. Çileleş ve şuurlaş. Hazreti Hüseyin’in sırf bir dünya günü görmek için şehit olmadığını bil ve şuurlaş. - Şuur yığınağı yap. Doğu’yu, Batı’ı tanı. Geçmişi iyi bil ve geleceği iyi düşün. Zamanın her atomunda tarih dolduran bir av yap. Şuurlaş, şuurlaş, öyle şuurlaş ki dıştan gelen her yıkış planının daha ilk maddesi açıklanmadan, sen son maddesini söyleyeceksin. İlerleyişlerinde metresine kilometrelerle cevap verecek bir şuur gerek sana. Şuurunu öyle bütünleştir ki, içine yabancı hiçbir madde karışmasın ve orada küf bağlamasın. - Müslüman, birleş. Bir tek el, bir tek gövde ol. Bir tek şuur ör. - Erdemliler en yüce olmalısın ki, peşin hükümle seni aşağı görmeye gelen kendi aşağılığını görsün. - Müslüman, islâmı öyle sağ ve diri, canlı yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin.”
“Ey Âlem-i İslâm! Uyan, Kur'âna sarıl! İslâmiyete maddî ve manevî bütün varlığınla müteveccih ol! Ve ey Kur'âna bin yıllık tarihinin şehâdetiyle hàdim olan ve İslâmiyet nurunun zemin yüzünde nâşiri bulunan yüksek ecdâdın evlâdı! Kur'âna yönel ve O'nu anlamaya, okumaya ve O'nu anlatacak, O'nun bu zamanda bir mu'cize-i manevîsi olan Nur Risalelerini mütâlaa etmeye çalış. Lisânın, Kur'ânın âyetlerini âleme duyururken, hâl ve etvâr ve ahlâkın da O'nun mânâsını neşretsin; lisân-ı hâlin ile de Kur'ânı oku. O zaman sen, dünyanın efendisi; âlemin reisi ve insaniyetin vâsıta-i saâdeti olursun!”
123 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.