Balkan Savaşı yıllarında başlayıp,1. Dünya Savaşı'na kadar uzanan bir hikâyesi var kitabın. Hikaye esrarengiz bir mektupla başlıyor. Yazara gelen bu mektup otuz yıl önce postaya verilmiş olup dedesinin ölümünün ikinci günü ortaya çıkıyor. Farsça dilinde olan bu gizemli mektupta sadece selam ve adres var. Yazarın ailesinin gerçeklerini ve sırlarını merak etmesiyle çıktığı bu yolculukta geçmişe dönerek olayların gelişmesine tanık oluyoruz. Trabzon, Bakü, Tiflis, Batum, Tebriz, İstanbul yollarında Setterhan ile Zehra'nın kavuşmasını bekleyerek sayfaları kitabın akıcılığıyla nasıl ilerlediğini fark etmeden çevirirken olayın içine giriyoruz. Balkan savaşından 1.Dünya Savaşı arasında olan tüm yıkımlar, felaketler, ölüm, muhacirlik, yıkılan hayaller, başlamadan biten aşklar kısacası acının her hali bir bir gözümüzün önünden geçiyor.
Kitabın kapağında da yazdığı gibi, "Sen öyle çağırmasan ben böyle gelmezdim." dedi Settarhan.. "Ben böyle çağırmasam sen öyle gelmezdin." dedi Zehra..
Her çağrılış bir karşılık bulur mu bilmem ama bulmalı tek bildiğim bu...
Görüyor ama görünmüyordum.Konuşuyor ama işitilmiyordum.Dokunuyor ama fark edilmiyordum.