Kralların keyiflerince hükmettiği zamanlarda,
düzensizlik, iç savaşlar, kargaşa ve yoksulluk bir alınyazısı gibi ülkede taş taş üstünde bırakmıyordu, halk huzura, refaha ve mutluluğa ancak kralların mutlak iktidardan vazgeçmelerinden sonra kavuştu.
Eğitim, çıkarları onları yanıltan ya da kendileri yanlış yolda olan insanlara emanet edilmemişti. Evrensel ahlak bilgileriyle ve batıl inanısların hor görülmesi bilinciyle yetiştiriliyorlardı.
Artık ne gerçek sanat kalmıştı ortada ne gerçek
deha; yetenek, geçmiş yüzyılın yetenekleri üzerinde
yerli yersiz yargılarda bulunmaktan ibaretti. Bir
meyhanenin duvarlarına resim çiziktiren kötü bir
ressam, büyük ressamların tablolarını bilgiç bilgiç
eleştiriyor, birkaç satır yazı karalayanlar büyük
yazarların yapıtlarını yerin dibine batırıyorlardı.
Cehaletin ve zevksizliğin kiralık kalemleri de vardı;
farklı adlar taşıyan yüzlerce kitapta hep aynı şeyleri yazıyorlardı.
İki dürüst insanın belki de bir saatten daha kısa
bir sürede çözebilecekleri anlaşmazlıktan dolayı
hükümdarların kendi keyifleri uğruna savaşa
zorladıkları askerlerin kurban edilmesinden derin
üzüntü duydular.