Bir mezarda olan yürek ne kadar ihtiraslı ne kadar günah işlemiş, ne kadar isyancı olursa olsun, üstünde bi ten çiçekler bize masum gözleriyle sakin sakin bakarlar.
Bu çiçekler bize, yalnız sonsuz huzuru anlatmazlar; onlar bize aynı zamanda o sonsuz barışı ve ölümsüz bir hayatı anlatırlar.
O pencerenin hemen önünde üzerinde ne kol, ne de kadran bulunmayan siyah bir telefon vardı. Telefon yalnızca dışardan çaldırılabilirdi ve o da yalnızca tek bir yerden: Valinin makam odasından. Zaman içinde bu resmi telefonun tam da zavallı masumun biri idam edilmek üzereyken çaldığı pek çok hapishane filmi gördüm ama benim E Blokta geçirdiğim tüm o yıllar boyunca bu telefon hiç çalmadı. Tek bir kez bile. Filmlerde ucuza kurtulunuyor. Masumiyet de ucuz. Bir çeyrek ödüyorsunuz ve bunun karşılığını alıyorsunuz. Gerçek hayatta ise bedeller daha yüksek ve yanıtların çoğu da farklı.
İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşunmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayyülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanamak için çırpınan kalabalıktır.
İnsan alçaktan ortaya geçerken yükseliyormuş gibi gelmez mi kendisine? Ortaya varıp da geldiği yere bakınca çaresiz yüksekte görür kendini, asıl yüksekliği daha görmemiştir çünkü.
Ölmüyoruz. Oysa beklenmedik olaylardan, patlamalardan, kendi kendimizden korkuyoruz. Ölümden? Hayır. Onunla yüzyüze geldiğimizde artık ölüm kalmayacak.
Yalnızca galibiyet coşkuyu getirir. Kazanmak düzen getirir, yeni kurucudur...
Yenilgiyse, bir tutarsızlık, bir sıkıntı ve her şeyden öte, bir boşluk duygusu içine sokar insanları.
Evde meram anlatmaya asla imkân olmayan,seviyesi,ahlak telâkkisi,dünyayı görüşü ve itiyatları büsbütün ayrı bir mahlukla daimi bir beraberlik insanı dış hayatta da bedbin yapar ve bütün insanlardan şüpheye düşürür.