Okuduğum ve okuyacağım kitapları kaydettiğim teknoloji defterim:) okuduğum kitapların bende bıraktığı etkileri paylaştığım küçük dünyam;)) okumayı seven okumanın insanı iyileştirdiğini düşünen bir öğretmen
İyi öğretmenler bilgiye sahip olanlardır. En iyiler ise kişinin onların öğretilerine inanıp inanmamasıyla ilgilenmezler. Onlar gerçeği sunar ve sonra sizi gerçeğinizi keşfetmek üzere kendinizle baş başa bırakır.
Kitabı özetleyen en önemli cümle "ye kürküm ye". Martin Eden'in de bir çok yer de söylediği gibi "söylediğim sözler aynı ruhum aynı benim ama insanlar neden bana farklı davranıyor" toplumu özetleyen söz. Sokaklarda yaşayan, kendini arayan, gittiği bir aksam yemeğinde tanıştığı insanların yaşayış şeklini görünce arayış içine giren, okuyan, okudukça yazan, yazdıkça gelişen, etrafındaki insanlar tarafından bilgi olarak ilerleyen bir zaman sonra da etrafını eleştiren bir kişilik oluyor. Tek hayali ünlü bir yazar olan Martin Eden bunun için bir sürü mücadeleye giriyor. Etrafında kimse ona inanmıyor hatta vazgeçirmek için elinden geleni yapıyor. Ve bir gün istediği üne kavuşuyor. O andan itibaren etrafında onu eleştiren, kınayan kim varsa hemen ona yaklaşıyor. Ama Martin Eden'in arayışı bitmiyor. Eski hayatına dönmek istiyor ama kitaplar arasında mesafeyi çok açmış oluyor. Yeni hayatında da aradığını bulamayan kahramanımız romanın sonunda kendini çok sevdiği denize atarak intihar ediyor. Toplumun resmini çeken yazar, "okumuş" diye anlandılan kişilerin aslında kitap okumaktan çok uzak olduğu hatta kalıp bilgilerle donatılmış olduklarını resmediyor. Toplumun iki yüzlülüğünü ortaya koyan yazar hayatta değerli olan şeyin para, konum ve ünlü olmanın olduğunu dün sana kötü diyenlerin sanki başkası demiş gibi bugün yan çizdiğini kitap sonunda çok güzel özetliyor.
Martin EdenJack London · Can Yayınları · 201791.9k okunma
Dilsiz ve kör oldukları halde okuyan çocukları ve cezaevinde çilelerini doldururken okuyup yazmayı öğrenenleri düşün. Aklından çıkmasın ki sabahleyin senin evinden çıktığın saatte bu şehirde otuz bin çocuk bilgi edinmek için okullara gidiyor. Dünyanın her yerinde tüm çocukların, sabahın erken saatlerinde aynı şekilde okullarına koltuklarını düşün.
Yüzlerce ulustan olan bu büyük çocuk topluluğunun yarattığı şu sonu gelmeyen akışı düşün ve kendi kendine de ki:
"Eğer bu akış durursa insanlık vahşet ve ilkelliğin pençesine düşer. Bu akış dünyanın ilerlemesi, yükselmesi ve umududur."
Bu uçsuz bucaksız ordunun küçük bir eri olarak sana cesaret dilerim. Kitaplar senin silahların, sınıfın ise bölüğün olsun. Savaş alanı tüm yeryüzü, hedef ise insanlığın uygarlığıdır. Hiç bir zaman korkak bir asker olma Enricocuğum...
Livaneli'nin dilini çok seven birisi olarak bu kitapta da aradığımı buldum diyebilirim. Toplumsal bir çok konuya değinen yazar bir çok konununda ucunu açık bırakmış. Göçmen sorunu denizde boğulan balık gibi kıyıya sürüklenen insanlar... Bebekler ve bebeğini çaresizce ölmemesi için geride bırakmak zorunda kalan anneler... Mesele insanlık ise neden Suriyelilere verilen haklar Talibandan kaçan Afgan kadınlara da verilmiyor diye sorguluyor insan. Yazar topluma ait bütün problemleri kitabın belli yerlerinde okuyucuya hatırlatıyor. Kentsel dönüşüm, köylerin doğal güzelliklerinin devlet eliyle yok edilmeye çalışılması. Kitabın bir yerinde denize zarar veren balon balıklarından daha zararlı bir türden bahsediyor yazar ve bunun insan olduğunu doğaya, insana daha çok zarar verdiğini söylüyor. Mustafa ve Mesude Deniz adındaki çocuklarını denizde boğularak kaybeden bir anne baba. Bir gün denizde bir yunus balığı küçücük bir bebek teslim ediyor Mustafa'ya. Hikaye bunun üzerine gelişiyor ve toplumsal bir çok yaraya değiniliyor. İnsan okurken insanlığını sorguluyor. Biz bu kadar ne zaman duyarsızlaştık diye düşünmeden edemiyor. Görmek için yok saymamak için coğrafyamızda yaşanan acılara şahit olmak için okunmayı hak eden bir kitap
Balıkçı ve OğluZülfü Livaneli · İnkılap Kitabevi · 202126.9k okunma
Bir Çinli bilge "iyilik meziyet değil, günahtır" der. Bu doğru olabilir değil mi? İyilik insanı boğar, karşısındakine borçlu bırakır. İnsanı adeta çözülemez dügümlerle bağlar. Hepimiz insan doğasını biliriz. İnsan tuhaftır. Birine iyilik yaparsınız, sonrada onu seversiniz, çok seversiniz. İyilik yaptığınız insana bir yakınlık duyarsınız. Peki ya oda acaba size karşı o duyguları besler mi? Sizi sever mi? Aslında sevmesi gerekir ya da öyle olması beklenir ama sever mi?