...hiçliğin yararsızlığı karşısında ayaklanan ruhun bir korkunç çelişkisi; gücümüzün besinsiz bir durumda, bilinmedik bir yaradan kanın boşanması gibi akıp gittiği dayanılmaz oyunlar.
Bir rüzgar mıydın da, şöyle bir esip geçtin? Yapraklarını döküp, dallarını kırdın içimdeki duygu çınarının! Yüreğime edebiyyet arzusunun çekirdeğini bıraktın; bedenim alev alev tutuştu böylece. Sonsuz hayat az ötede dikilip duran müşahhas bir varlık kadar yaklaştı ruhuma.
Neydin sen?!..
Bir ışık demeti miydin de, Rabbim bu demeti, çok güzel yarattığı nadide bir kalıp içinde sundu bana?.. Bir ayna mıydın ki, gözlerimi kaybettim içinde ve şimdi ne seni, ne de kendimi görebiliyorum? Neden bir an, pencerelerine varana değin açtın bana gönlünü? Sonra bir başka diliminde zamanın, esrarlı bir havaya bürünerek kapılarını bile kapattın yüzüme?..
Bir şiir miydin? İçimi doldurdun gizemli mısralarınla, intizarınla? Şimdi her mısra, boşluğa
asılıp kaldı yapayalnız!..
Bir masal mıydın, kuşların geceleyin ruhuma anlattığı? Bir efsane miydin, çağların ötesinden kopup gelen? Yoksa bulutların kulağıma fısıldadığı bir nağme miydin?...
Neydin sen?...
Bir köprü üzerinden ağır ağır yürüyerek karşı tarafa geçmiş gibi.
Ya da bir köprünün altından çok sular akmış gibi.
Bir kanat dokunmuş, bir rüzgâr esmiş de gecenin bir vaktinde uyanıp pencereden karşılara bakmış gibi. Hiç kimsenin duymadığı bir şeyi duymuş gibi.
Sanki büyük bir katta ol, denmiş de kader gerçekleşmiş gibi.