Kabuk, bir ailenin üç kuşaklık deliliğin öyküsü
Anneanne, anne ve kız. Hayata yenilen, tutundukları dallar kırılan, düşen, kırılan, kırıklarından ördükleri bir kabuğa kendilerini hapseden üç kadın. Kitap bu üç kadının ağzından ilerliyor. Girdap misali bir okuru içine çeken sürprizli bir kurgusu, hiç düşmeyen temposu, kitaptaki karakterlerle yaraşır delimsek bir dili var kitabın. Ayrıca yer yer Zeynep Kaçar bilinç akışı tekniğini çok iyi kullanmış. Çok da güzel olmuş, çoğu kitabın okunmasını güçleştiren bu teknik, Kabuk’ta ters etki yapmış, kitabın akıcılığını daha bir arttırmış. Ve bence kitabın gizli bir kahramanı daha var: Yazgı. Üç kadının da hayatını tepetaklak eden, tamamen insanın seçimleri dışında aniden gelişen olaylar. Yazgının getirdiği gerçeklerle yüzleşmekten korktukları, o gerçekleri kabullenemedikleri için deliliğin ardına sığınmaları, adeta deliliği bir zırh gibi kuşanmaları. Kitabı bitirince uzun süre şu sorular dolaşıp durdu zihnimde. Hepimiz yazgıdan ne kadar kaçabiliyoruz? Hayatımızın ne kadarını kendimiz seçtik daha kendi adlarımızı bile seçemiyorken? Bir anda yaşadığımız kayıplar, içine doğdumuz aile, yaşadığımız bu çağ… Hiçbir insanın elinde değil. Kitap insanın ne kadar küçük, ne kadar kırılgan olduğunu okurun yüzüne vuruyor.İşte tüm bunlarla hayattan, çok gerçekçi bir kitap Kabuk. Yazımı Kabuk’un bel kemiği olabilecek bir cümleyle bitirmek istiyorum. “Her çocuk emin olmalı annesinin sevgisinden. Bir tek bu bilgi bile yeter insana ömür boyu ayakta durabilmek için. Bunu bilmeden, hiçbir zaman gerçek bir hayat yaşamıyor insan, gerçek insan olamıyor.”