Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ömer Asaf

Ömer Asaf
@Cabirabdullah
“Karanlık Çağ”ın en karanlık dönemine gerçekten girmiş durumdayız. Çünkü gerekli olan basit bir doğrulma değil, bütünsel bir yenilenmedir . Her alanda bir düzensizlik ve bir bunalım hüküm sürmektedir . Eskiden görülmüş olan bunalımların sınırını aşan bir noktaya gelinmiştir . Şimdiyse Batı’ dan başlayarak bütün dünyayı istilâ edecek gibi görünmektedir . Çok iyi biliyoruz ki onların zaferi ancak geçici ve görünüştedir . Ama öyle bir aşamada, insanlığın güncel çevrim boyunca geçireceği en ciddi bunalım işareti de olabilir . Durumun ciddiyeti görmezlikten gelinmemelidir . Hiçbir “iyimserlik” ya da “kötümserliğe ” kapılmadan, onu olduğu gibi ele almak uygun olur . Çünkü, daha önce de söylediğimiz gibi, eski dünyanın sonu yeni bir dünyanın başlangıcı olacaktır .
Reklam
Bireysel ve toplumsal sorunların tek tek insanların gücünü aştığı bir dünyada hayatımızı derinden etkileyen “çağdaş düzenleri ve kavramları” anlatmak, sanıldığının aksine güç bir iştir ve yoğun bir çaba ister. Yaklaşık beş yılda hazırlanan bu kitap böyle bir çabanın ürünüdür. Amaç, içinde yaşadığı kültürel ve sosyal çevreyi anlama ihtiyacını duyan genç kuşaklara ve çağını sorgulamak isteyen aydınlara modern dünyayı biçimlendiren sosyal ve ekonomik düzenlerle bunları besleyen kavramlara ilişkin doğru ve sağlıklı bilgiler vermek, eleştirme ve alternatifler arama yollarını göstermektir.
Sosyolojiyle uğraşmak, özgürleştirici bir deneyim olmalıdır: alan, bizim sempatilerimizi ve düşgücümüzü genişletir; kendi davranışımızın kaynakları üzerine yeni bakış açılarını önümüze serer ve kendimizinkinden farklı kültürel ortamlar hakkındaki farkındalığımızı artırır. Sosyolojik düşünceler doğmalara meydan okuduğu, kültürel farklılıklara değer verilmesini öğrettiği ve toplumsal kurumların işleyişine ilişkin görüş sağladığı sürece, sosyoloji uygulaması, insan özgürlüğü olanaklarını artırır.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Kim dünyanın sonunu düşünürse ondan sakınır. Kim yolun uzun olduğunu idrak ederse o yolculuk için hazırlık yapar. Bunları bilip de unutan kişinin hali ne tuhaftır!  Bunun zararını görüp de üzerini örten ne ilginçtir! “Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah’tır.” (Ahzab, 37) Sadece zannettiğin hususta nefsin sana galip gelirken, sen emin olduğun konuda nefsine galip gelemedin. En ilginç şey de; mutluluğun seni aldatan şeylerde, hataların seni eğlendiren şeylerde gizlenmiş olmasıdır. Sağlığınla aldandın, hastalığını unuttun. Afiyette olmana sevinmen, yaklaşan acıdan seni gafil kıldı... Gizle
Dijitalleşmenin bizi maruz bıraktığı enformasyon bombardımanı akıl almaz seviyelere ulaştı. Bizi adeta boğmakla tehdit eden bu çılgın iletişim deryası, sosyal yaşamın hemen her alanını ele geçirmiş vaziyette; siyaset de bu durumdan nasibini alıyor. Günümüzde seçim kampanyaları artık sosyal medyada, anonim hesaplar, botlar ve hatta troll ordularıyla enformasyon savaşları şeklinde yürütülüyor; demokrasi, enfokrasiye dönüşüyor.
Reklam
Günümüzde artık bütün dünyada egemenliğini kurmuş olan neoliberal kapitalizmin yandaşlarına göre, yoksulların içinde bulundukları sefaletten kurtulmaları için zenginlerin daha zengin olması, daha az vergi vermesi gerekir çünkü bu durum hepimizin çıkarınadır. Ne var ki genelde kabul gören bu yaklaşım gündelik deneyimlerimizle, bol miktardaki araştırma sonuçlarıyla, aslında mantıkla hiçbir şekilde uyuşmuyor. Somut kanıtlar ile popüler inanışlar arasındaki bu tuhaf uyumsuzluk üzerine biraz durup düşününce akla şu soru geliyor: Aksine onca kanıt ve olguya rağmen bu görüşler nasıl oluyor da bu kadar yaygın ve dirençli kalabiliyor?
Eşitsizliğin artışı hemen hiçbir zaman ekonomik bir sorunun habercisinden öte bir durum olarak değerlendirilmez. Eşitsizliğin toplumun bütününe verebileceği zararların tartışıldığı görece nadir anlarda ise, vurgulanan çoğunlukla asayiş ve düzenin bundan ne yönde etkilenebileceğidir. Ancak bu sorunun bireylerin fiziksel ve ruhsal sağlığını, günlük yaşam kalitesini, siyasal yaşama katılımın gidişatını ve toplumu birleştiren bağların gücünü ne boyutta tehdit ettiği görmezden gelinir. Hatta ve hatta toplumun refah seviyesinin, karşılaşılan engelleri aşabilmekteki dirayetinin ve bunu kollamakla mükellef yönetici kesiminin başarısının veya başarısızlığının yegâne göstergesi, sıklıkla bireylerin ortalama geliri ve varlığı olarak kabul edilir.
Tarihsel/varoluşsal sorgulamalar yapma bilincine, birikimine, iradesine sahip olamayan toplumlar-kültürler, romantik/nostaljik/fütuhatçı söylemlerin büyüsüne kapılarak İslami gerçekliğin değil, İslami sembollerin özgürlüğü ile iktifa eder, tatmin olurken, toplumlarımızı derinden dönüştüren, kapitalist/seküler/liberal derin kuşatmayı/muhasarayı/işgal ve istilayı konuşulması/aşılması gereken bir mesele olarak görmüyor, bu nedenle İslami gerçekliğin özgürlüğünü kamusal/kültürel gündeme kazandıramıyor.
Geleneğin dine dönüştürülmesiyle birlikte; özgünlüğün, bütünlüğün ve hakikat bilincinin kaybı da bir şekilde meşrulaştırılmış oluyor. Müslüman halklar yüzyıllardır, her şeyin bir gün yeniden ve kendiliğinden aşılabileceği yönünde, uzlaşmacı umutlar içerisinde yaşadılar; bu nedenle de her şeyin, ancak bilinçli, kararlı, sorumlu, içtenlikli, nitelikli, büyük ve kapsamlı dayanışmalar temelinde gerçekleştirilebilecek yoğun mücadelelerle iyileştirilebileceğine ilişkin gerçek umutlara ve gerçek farkındalıklara ihtiyaç duymadılar.
Müslümanlar Allah’tan başka ilah yoktur,Muhammed Allah’ın Resulüdür diye bildiğimiz şehadeti anlamadılar.Onu sadece dilde tekrarlanan ve ağızlarda telaffuz edilen bir cümle olarak almışlardır...!” Biz Müslüman mıyız?, Muhammed Kutub
Reklam
Dünya ile ahireti birbirine bağlayan ve Peygamberimiz’in ifadesi ile dünyayı ahiretin “tarlası” sayan dünya-ahiret kavramı, yerini; dünya ile ahiret arasına kesin bir ara kesit koyan, bu iki âlemi birbirine karşı kutuplaştıran ve zıtlaştıran bir anlayışa bıraktı. Öyle oldu ki, dünyayı isteyenler ahireti terk ettiler, ahireti isteyenler de dünyayı terk ederek “bir lokma, bir hırka” ile yetinmeyi benimsediler.
Artık mesele: İnsanlar haram olanı mübah görmek cesaretini nasıl görebildi meselesi olmaktan çıkmış; Din mübah olması gerekeni ne diye haram kılmış meselesine dönmüştü.
Olimpos dağının çocukları, hira dağının çocuklarını asla sevmeyecektir.