"Hiçbir şeyi sevmiyoruz. Halbuki her şeyi sevmek için yaratıldık. Hiçbir şeye inanmıyoruz fakat belki de her şeye inanmak mümkündür."
Pierre Loti adıyla bilinen Julien Viaud'nun ilk romanı. Pierre Loti İngiliz savaş gemisi ile Selanik'e gelen bir Fransız subayı. İstanbul gezileri esnasında Abidin Efendi'nin 4 karısından
"Hani yazgının en belirleyici anları, size dokunmadan burnunuzun dibinden geçip gider ve sizi solmuş yapraklardan oluşan bir burgacın ortasında bırakırlar ya, işte yiten o korkunç ama dev fırsat duygusunu hissediyordu."
"Ya aslında yanılıyorsa? Ya gayet sıradan bir yazgıya sahip sıradan biri olarak yaratılmışsa?"
Bana göre bu iki alıntı cümlesi arasında gidip gelen bir romandı Tatar çölü.
İlk görev yeri Bastiani Kalesine atanan genç teğmen Giovanni Drogonun varoluşsal sancılarını ve sıkıcı hayatını,tam da onun yaşadığı gibi, bir heyecanla bir sıkılarak okuyacağınız romanı.
Roman dil açısından çok cezbedici olmasa da felsefesi çok içten çok gerçekçi idi.
Acaba bizim Tatar çölümüz neresi?
Kendi hayatımızı uğruna adadığımız, belki tarih yazacağımız umuduna kendimizi kandırıp sıradan bir hayatla son bulduğumuz yer neresi?
Son bir alıntı yapmak isterim bu romana,
"Ama bir noktada, belki de içgüdüsel olarak, insan geri döner ve arkasındaki bir kapının kapanarak dönüşü olanaksız kıldığını farkeder. İşte o zaman birşeylerin değişmiş olduğunun ayırdına varırız. Güneş eskisi gibi kıpırtısız değildir, hızla hareket etmektedir. Ne yazık ki henüz bakmaya bile fırsat bulamadan onun ufkun ucuna doğru hızla kaydığını bulutların da gökyüzündeki mavi koylarda hareketsiz durmadığını, birbirlerinin üzerine çıkarak hızla kaçtıklarını, iyice acele ettiklerini görürüz; zamanın geçtiğini ve günü gelince yolun zorunlu olarak son bulacağını anlarız."