“Yeryüzünde serüven duygusu kadar bağlı olduğum başka bir şey yok belki ama bu duygu istediği zaman geliyor, sonra hemen kaçıp gidiyor. Gittiği zaman nasıl bomboş kalıyorum! Yoksa hayatımı yok yere harcadığımı anlatmak için mi bu kısa ve alaycı ziyaretlerde bulunuyor?”
Ve ben burada, bu ıssız sokaktayım. Neukölnn’deki bir pencereden sıkılan her kurşun, taşınan yaralıların her hıçkırığı, süslenen kadınların kusursuz ve zarif her el hareketi her adımıma, kalbimin her atışına yanıt veriyor.
Bir şeyler olacak: Basse-de-Vieille Sokağı’nın karanlığında beni bekleyen bir şey var; hayatım orada, bu sessiz sokağın köşesinde başlayacak. Bir alın yazısını gerçekleştirircesine yürüdüğümü görüyorum.
Hiçbir şey değişmedi fakat yine de her şey başka bir biçimde var olup gidiyor. Anlatamıyorum. Bulantı’ya benziyor bu ama aynı zamanda tam tersi. Sonunda başımdan bir serüven geçiyor. Kendimi sorguya çekince bunun kendim olmaklığım ve burada bulunmaklığım olduğunu görüyorum. Geceyi yarıp geçen ben’im. Bir roman kahramanı gibi mutluyum.
Tatlı karanlığın, gevşemenin ve coşkunun saatini; beyazperdenin, suyun altında bir çakıltaşı gibi parıldayacağı; kendileri için düşler kurmaya, konuşmaya başlayacağı saati bekliyorlar tutkuyla. Boş bir istek bu: Ne yapsalar da içlerinde bir şey kasılıp kalacak çünkü pazar günleri mahvolacak diye korkuyorlar.