Mustafa Ocak

bir insan yaşama isteğini kaybederse, ona yeniden umut vermek yakınlarına düşer. başkasını ve kendini yok etme arzusu büyük insan topluluklarını istila ettiğinde ise derman bulmak bizlere, çağdaşlarına, diğer insanlara düşer. bunu ‘öteki’ ile dayanışma duygusu içinde yapmasak bile, en azından hayatta kalma arzusuyla yapmalıyız.
Reklam
yaz çiçeklerini seven insan, yazın ölürmüş derler. acaba doğru mudur?
hep aynıydı. kimi zaman ufacık bir umut ışıltısı belirir gibi oluyor, kimi zaman da umutsuzluk denizi kudurmaya başlıyordu, ama hep aynıydı: aynı acı, aynı keder, aynı iç sıkıntısı.

Reader Follow Recommendations

See All
devrim, bir yerlerde cereyan ediyor olmalı. fakat eski ahlaki değerler de etrafımızı sarmış, önümüzü tıkamaya devam ediyor. denizin üstü köpürse de dibi devrimden uzak, hareketsizce uzanıyor.
insan her şeyi unutur. zaten dünya kurulalı beri unutulmamış ne vardır ki? büyük hadiseler, büyük felaketler ve acılar, yazı icat edildikten sonra yalnız hafızalara emanet edilmeyip kitaplara da yazıldığı halde yine unutulmuştur. insan hafızası, asırlar boyunca cereyan eden hadiseler şöyle bir kenarda dursun, kendi ömrü içinde başından geçenleri bile unutur.
Reklam
bana gelince uzaklıklar, mahmurluklar ve tuhaf tutkular içinde kaybolmuşum. kendimi bu tutkuya inançla bırakıyorum. arzularım özlemle mutsuzluktan oluşmuş tuhaf bir karışım halinde. başım dönüyor. nereye tutunacağımı bilemiyorum.
aşağıda limanda genç bir anne gibi Akdeniz çıplak, cömert memeleri içi gülen gözleriyle. ve yukarda hüsnüyusufların ince uzun boyunlarını uzatıp havayı dinlemeleri. yıldızlar ve turunç yapraklarının arasında. ve şimdi bahçede ve kadehte ve yürekte bir türlü unutulmayan iyi bir kadının hatırası.
bugün, hiçbir temeli olmayan, soyut, amaçsız bir tedirginlik, yarın sonucunda hiçbir şey elde edilmeyecek bitmez tükenmez özveriler! hayatta onu bekleyen şey buydu!
ama ne yaparsınız, insan dehşetli bir şeylerle doluyor, müthiş iğreniyor bir şeylerden, müthiş kızıyor bir şeylere, gel gör ki bacağınızdan bağlısınız olduğunuz yere. kımıldamak ne mümkün?
ertesi gün yazmada iki yeni mısra. titrek, tereddüt dolu ve işkence bir el yazısı. “sevgilinin yanında yapayalnızdın hayyam! şimdi sığınabilirsin ona, artık gitti madem.”
Reklam
herkes kendisi hakkında kendisi karar verir ve kendini en iyi aldatabilen, herkesten daha neşeli yaşar.
tanrıya inanmadığınızı biliyorum, ama her şeyi kılı kırk yararcasına didiklemekten de vazgeçin! hiçbir şey düşünmeden, kendinizi olduğu gibi yaşamın akışına bırakın; hiç kaygılanmayın, kendinizi kıyıda ve ayakta bulacaksınız. hangi kıyıda? bunu ben bilemem
işin sonunun nereye varacağından zerrece haberimiz yok. başımıza hüzünlü, anlaşılmaz bir şeyin geldiğini ve kurak, tenha bir bahçeye döndüğümüzü biliyoruz, sadece.
sevgilim, bu ne rezillik derya ufuklarından kopup gelirken üstüme köpürerek, baş ve yürek bir ulu rüzgar içinde iken, oturup tahta iskemleye yan gelerek, istirahatta beden.. bu bahsi bırak.. sevgilim, saçlarının içinde elim, şarkısı avucumda. sen altı yüz kilometre benden uzak ve başucumda.. bu da ayrı bir bahis. biz bu 39 senesinde ikimizden konuşacak değiliz, henüz o kadar cesur değilim..