Bir sokakta uzun uzun yürümeye inanıyorum. Sadakatli insanlara. Çıkarsız ilişkilere. Birbirinden medet ummak zorunda hissedilmeyen dostluklara. Çoklu sadakat efsanesine. Otobüste kitap okumaya; insanların sesini kısmaya, müziğin sesini açmaya..
Bir Kızılderili atasözü der ki: "Benim hayatımı yargılamadan önce benim ayakkabılarımı giy ve benim geçtiğim yollardan, sokaklardan geç. Benim takıldığım taşlara takıl yeniden ayağa kalk ve aynı yolu tekrar git benim gittiğim gibi anca o zaman beni yargılayabilirsin."
"Eğitim seviyesi yüksek, sosyal zekası ise bir o kadar düşük ciddi bir kitle var.
İnsan ilişkilerinde geçerli en basit psikolojik kuralları dahi anlayamıyor, empati yapamıyorlar.
Akademik başarılarının(!) sıfır hayat tecrübesiyle başladıkları gerçek dünyada hiçbir işe yaramadığını görünce de mutsuz olup depresyona giriyorlar.
Sosyal zekanız yetersizse kimse okuduğunuz okulla, diplomanızla, kağıt üzerinde “sözde” ne kadar başarı sağladığınızla ilgilenmeyecek.
İçinde bulunduğunuz fanustan çıkıp durumu kabullenmezseniz, düzeltemezsiniz.
Ömrünüz de sağa sola saldırmakla geçer."
Desem ki vakitlerden bir nisan akşamıdır,
Rüzgarların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini.
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını.
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.
Desem ki sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Sana iyi gelen şehre yerleş, iyi gelen müziği türünü önemsemeden dinle, huzur bulduğun insanda kal, sadakatine inanmadığın bankı denizi görse de terk et, dostluğu çok ayrı bir yere koy, fedakarlığı tek taraflıysa unut, cesareti sadece değeceğini düşündüklerine kullan.