İnsanlar, dostları,eşleri, sevgilileri,akrabaları olduğu için yalnız olmadıklarına inanıyorlar, ama yine de kendileriyle baş başa kaldıkları anlarda çok daha derinlerde yaşanan soyutlanmışlıklarıyla zaman zaman yüzleşmek durumundalar.Ancak çoğumuz, bu katlanılması zor duyguyu yaşamamak için alışagelinmiş ilişki ayinlerine kendimizi tekrar bırakıveriyoruz ya da cep telefonlarına sarılıyoruz.
**
Önce günaydın, sonra biraz haz, biraz acı, biraz aşk, biraz hayal kırıklığı, biraz sıcaklık, biraz yalnızlık, biraz boyun eğme, biraz baş kaldırı ve ardından iyi geceler.
**
Güvendiklerinle beraber olmak, ha? Açıklamalara gerek duymadan anlaşılmak ve her şey yolundaymış gibi davranmak zorunda olmamak. Kahrolası bir karmaşa içinde olmana müsaade edilmesi. Tuvalete gitmek için arkamdan geçerken sırtıma pat pat diye vurduğunu hissetmek. Dirilmesini istemek çok mu?
Öldü - dedim. -Öldü mü? Neden peki? -Neden olduğu anlaşılamadı. Belki de üzüntüdendir. Sürekli iç çekerdi.
Bu kötü bir şeydir.Her iç çekiş insanın yitirdiği bir yudum yaşamdır.
Biz canlıların cehennemi gelecekte varolacak bir şey değil,eğer bir cehennem varsa burada, çoktan aramızda; içinde yaşadığımız,birlikte yan yana durarak yarattığımız cehennem.İki yolu var acı cekmemenin: Birincisi pek çok kişiye kolay gelir: cehennemi kabullenmek ve onu görmeyecek kadar onunla bütünleşmek. İkinci yok riskli: sürekli bir dikkat ve eğitim istiyor; cehennemin ortasında cehennem olmayan kim ve ne var ,onu aramak ve bulduğunda tanımayı bilmek,onu yaşatmak ona fırsat vermek.
Yaşamda bir an geliyor, tanıdığın insanlar arasında ölüler canlılardan çok oluyor. Ve beyin başka yüz hatlarını, başka ifadeleri kabul etmeye yanaşmıyor: rastladığı bütün yeni yüzlere eski izlerin damgasını vurup her birine en uygun maskeyi buluyor.
İşte kader hep böyle davranır bizlere, hemen arkamızdadır, omzumuza dokunmak için elini çoktan ileri doğru uzatmıştır, bizlerse hâlâ, geçti gitti, gösteri bitti, yine aynı hikâye diye homurdanıp dururuz.
Vurulup düşüyoruz işte. Bir kez daha gelecek kaygılarında avlanıyor ömrümüz. Oysa bazen teslim olmak da yakışır insana, uğruna ölünen hiçbir şeyin yaşamaktan kıymetli olmadığını anlayınca.
Ama sonra beklenmedik bir şey oluyor. Aydan, O'nu görüyor. Artık her O dendiğinde aklında beliren tek kişi haline gelecek, bütün üçüncü tekillerin tahtına yerleşecek olan O'nu.
Hayat hırsızları kol geziyor.Andan yıl çalıyorlar. Her yeni yaşımızdan beş on yıl tüketiyorlar. Çocuklarımızın çocukluklarını siliyorlar. Hayatlarımızdan gençliklerimizi alıkoyuyorlar.
Sanki bütün insanlık unutmuştu onu,herkesten özür bekler gibi bir hali vardı, 'biz yaşadık lakin kusura bakma seni unuttuk' demelerini bekliyordu ama yok,sonsuz sessizlik...
Kimsenin kimseyi görmediği bir ev oldu artık burası.Bu mahalle.Bu sokak.Bu şehir.Bu memleket.Hayaletler gibi korkutuyoruz birbirimizi.Boşluklara tehditler savuruyoruz.
Kör bir insan için gökkuşağının renkleri, sağır bir insan için kuş sesleri nasıl boşunaysa, bütün bir yürekle algılanmayan zaman da öyle boşa gider, kaybolur.
Bunca yıl yaşadın; zaman oldu, anlamlı yaşadığını bile sandın; ama, anlayamadın yaşamının anlamını ? sana kendi anlamıyla gelmedi yaşamın. Ancak,şimdi,işte..
Endişeli misiniz? Sık sık, "Eğer ... olursa ne olur? diye düşünüyor musunuz? Eğer öyleyse siz ,kendini gelecekteki hayali duruma projekte eden ve korku yaratan zihninizle özdeşleşmişsinizdir.Sizin böyle bir durumla başa çıkmanızın hiç bir yolu yoktur,çünkü o mevcut değildir.O zihinsel bir hayalettir.
Siz sadece şimdiki an'ı kabul ve tasdik ederek bu sağlığı ve yaşamı kemiren deliliği durdurabilirsiniz.