Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hilal Özdemir

Hilal Özdemir
@CokFuzuli
Sıkı Okur
891 okur puanı
Kasım 2019 tarihinde katıldı
148 syf.
·
Puan vermedi
·
9 günde okudu
Kitabın çok şık bir dili var. Belki de Doğu felsefesinin nahifliğinin, sadeliğinin getirisidir bu, akıp gidiyor. Farklı kültürlerle tanıştıran bir kitap, Hint kültürü ve Budizm inanışına ait birçok şey öğreniyorsunuz. Bu yanıyla öğreticiliği ikiye katlanıyor. Öncelikle üç yüce edimi tanıyoruz: oruç tutmak, yürümek ve düşünmek. Oruç tutma konusu
Siddhartha
SiddharthaHermann Hesse · Can Yayınları · 202038,1bin okunma
Reklam
148 syf.
·
Puan vermedi
·
9 günde okudu
Siddhartha
SiddharthaHermann Hesse
8.1/10 · 38,1bin okunma
Sonsuza Dönüş Bana öyle geldi ki bu kadın, beş yüz kelime içinde dolaştığından böyle tutarlı kalabiliyor!

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Sonsuza Dönüş Dilberimizin kurtuluşu, kölelikten evlatlık mertebesine yükselişi, fermanlarla getirilen müslim-gayrimüslim eşitliğinden, hakkaniyet kavramından çok ama çok ötede, neredeyse öte-görüş diye niteleyebileceğimiz bir sıçramanın temel taşıdır. Bu bağlamda da estetiğin kesin zaferidir Dilber'in kurtuluşu. Uzun sürecek bir metnin
Sonsuza Dönüş Elli yılda yaşananların neden bu kadar açık ve seçik ama aynı zamanda neden bu kadar karanlık ve kaypak olduğuna akıl erdiremiyorlar. Milleti temsil edecek yeni bir meclisin kurulması gerektiğinde birleşiyorlar... ama bu yeni düzenin kılıç zoruyla mı, fikir gücüyle mi, din üfürüğüyle mi gerçekleşebileceğini açıkça tartışamıyorlar. Birbirlerine kuşkuyla bakmalarından, daha şimdiden bölünmüş olduklarını varsayabiliriz. ... Efendim bu gençler -unutmayınız ki- her onurlu çıkışın bireysel(ferdi), her uzlaşmanın toplumsal (içtimai) sayıldığı bir toplumda yaşıyorlardı. Adı konulur konulmaz saf değiştiren fikirlerle, dostça bağra basılır basılmaz akrep gibi sokan yandaşlarla. Nitekim -yine dikkatinizi çekeceğim- bu ikili yaşama, bu sayrılık, yüz yıl sonra onları bu yüzden eleştirmeye kalkışan torun-torunlarına da aynı konuşma mantığının taslağını devretti: Önce 'asla ve kat'a'yla -o zamanın deyişiyle- başlayan, sonra sindikçe, sindirildikçe 'ille velakin, 've fakat'la yumuşayan, umulmadık sapmalar, dönekliklerle törpülendikçe 'gelen gideni aratabilir' düğümünde çöreklenen ama yine de 'tarihin geriye döndürülemez çarkı’ gibisinden belirsiz bir umutla soluklanan bir konuşma biçimidir bu. Hem onurlu bir birey hem saygıdeğer bir vatandaş olmak, at üstünde giderken sakız çiğnemek kadar zorlaşmıştır. Ver elini şizofreni!
Reklam
Gecegezen Kızlar ürperdi birden: "Ben bu gece yola çıktığımda," dedi "her şey yerli yerindeydi." "Sen yola çıktığında gün neydi?" "Akşamdı," dedi Gecegezen Kızlar. "Bin dokuz yüz seksen iki yılının bir yaz akşamıydı." "Bu yaz akşamları da bitmek bilmez zaten, her şeyi alaca karanlığa boyar, yanıltır." dedi İhtiyar.
Gecegezen Kızlar Gece, bedeninden soyulmuş, boşalmış bir iç gömleğiydi. Herkesindi.
Kavalın Parmak İzi Evdeki kan ve kürk kokusu, takma saçlardan çıkıyordu. Hiç şaşırmadı. "Al, hepsini kanıt diye götür istersen," dedi hınçla, bir kahkaha attı. "Git, koş, köy kahvesinde uyuklayan ihtiyar heyetini uyandır, istersen eski engizisyon mahkemesi üyelerinden sağ kalanları topla, mahkemeyi kurdur! Kim inanır bu masala? Koş, koşsana, hiç durma. Senin gibi evden çıkmayan, aklını kitaplarla bozmuş, sakat bir kıza kim inanır? 'Onu kitaplardan tanıyorum.’ mu diyeceksin? ... Dün, son kafile de ayrıldı köyden. ... Ortanca ağabeyim, üç gündür ortalıkta yok. Büyük ağabeyim, son kafilenin başını çekiyordu. Yalnız sesleri var artık. Onlar uzaklaştıkça arkalarında ıslak bir iz kalıyordu. Koşup sokaklara fırlamak, avazım çıktığı kadar haykırmak geliyor içimden: Durun! Ama o haklı: Bana kim inanır?
Kavalın Parmak İzi Ona evimize ilk geldiği günden beri inanmamıştım. Gaga burunlu, ince bacaklı, yaşı belirsiz bir adamdı. Sabahları kalktığında gençti: otuz yaşlarında falan. İşe çıkarken, kahveye giderken. Döndüğünde yorgun olurdu: orta yaşın üstünde. Ama geceleri, ortanca ağabeyimle birlikte ‘Köyümüzün mutluluğa, esenliğe kavuşması için sizce neler yapmak gerekir?’ oyununu oynadığımızda, gecelik entarisini giyip takkesini başına geçirdiğinde enikonu ihtiyar bir adam oluverirdi. Sesi de gün boyunca değişirdi yaşı gibi. Uzak adaların çağrısını andırdığı söylenen sesini bana hiç kullanmadı. Benimle konuşurken. O gelmeden önce sabahım çok uzun sürerdi. İneklerimizi sağar, kaymak yapar, kışlık peyniri tenekeye basardım. Sonra bayırı tırmanıp uzaktaki eski hisara bakardım, bütün yorgunluğum geçerdi. Çimenlerin arasına uzanır kitap okurdum. Gün akıp giderdi. Ama o, buyruklar yağdırarak günümü kısalttı, kurduğu oyunlarla gecelerimizi daralttı. Eve getirdiğim kır çiçeklerini, bir dokunuşta ağusuyla soldurdu. Kedimi evden kaçırttı.
Kavalın Parmak İzi "Sorular soran insanları severim," dedi Yabancı bana. "Sana kızmadım. Kuşku, insanı insan yapan başlıca özelliktir.”
Reklam
Kavalın Parmak İzi "İşte!" dedi Yabancı ansızın sertleşerek. "Sizi bu çevreye hapseden, dünyadan uzak tutan ögelerin başında şu doygunluğunuz geliyor. Kendi içine kapalı bütün Orta Çağ toplumlarının en büyük özelliğidir bu. Tembelliği tokgözlülükle karıştırıyorsunuz. Ama suç sizde değil tabii, sizi..."
Ormandaki Ayna En büyük aşkların gün batımında yaşanacağından (yaşamın soluğu kesilmek üzeredir), sevdiği kentte bir gün batımını bir gün kendince görebilme uğruna her türlü işkenceyi göze alanlardan konuşmuşlardı.
Ormandaki Ayna Belma ile Atilla, ne ayrılığı kaldırabiliyor ne evliliği yürütebiliyorlardı. Birbirlerine ve kendilerine duydukları bu küskünlük yüzünden de soludukları ortama usul usul ağu katıyorlardı. İlk duyuşta gelişigüzel, en azından art niyetsiz gibi gelen sözcükler kullanıyorlardı söz gelimi ama sonra, biraz sonra, odadaki üçüncü kişi bu sözcüklerin altından akan öteki dili kavrıyor, benzer deneyimlerden geçtiği için anlayışla karşılamaya çabalıyor, sonunda, yıllardır süregelen bu oyunda kendisine nasıl bir pay düştüğünü kestiremeden köşesinde kalakalıyordu. ... Çiçeksiz vazolara, tozu alınmamış kitaplara, kılıfları sigara yanıklarıyla kaplı koltuklara, odayı soluk alınamaz hale getiren iri mobilya parçalarına, iç kapayıcı formika sehpalara, su verilmemiş saksı çiçeklerine baktı. Ağu, odalara yayılmıştı sanki. Çeşmeler sızıyordu. Banyo küveti kırıktı.
Ormandaki Ayna Ece, bir zamanlar -şimdi çok uzaklardaymış gibi gelen üç yıl öncesi- Belma'nın çalıştığı şirkette çalışıyordu. Yararını düşünmeden de belli bir işte çalışmanın, ter dökmenin onurlu bir çaba sayılması gerektiğine inandığı günlerde.
4.422 öğeden 4.336 ile 4.350 arasındakiler gösteriliyor.