Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Hilal Özdemir

Hilal Özdemir
@CokFuzuli
Sıkı Okur
885 okur puanı
Kasım 2019 tarihinde katıldı
Bana öyle geliyor ki gökleri de yarsak içinin fırtınası dinmeyecekti. Öksüzsen, bir de üstüne yetimsen, ömür boyu aranıp durmayacak da ne yapacaksın. Ararsın da Lale gibilerinde o aradığını imkânı yok bulamazsın. Kadın dünyaya sadece zevküsefa için gelmiş. Öyleleri insanın ruhunu doyuramaz ki. Orhan'la ikimiz akıntıya karşı yüzmeye çalışıp duruyorduk. Fakat bu bir seçim değil. Bu bir mizaç meselesi. Talihsizliğimiz de ortak. İkimiz de yanlış limanlara yanaşıp durduk. Lale Moran yanlış liman olsa amenna, her hâlükârda çürük çarık bir iskele. İlknur benim için bir mucizeydi, Orhan ise İlknur için taş gibi bir imkânsızlık. Yanlış ellere dağıtılmış oyun kartları gibiydik. Bizim şansımız yaver gitse belki dünyayı parmağımızın ucunda döndürüverecektik. Benim gibi, hatunların devamlı kenara ittirdiği adamlar salak gibi içlenir. İçlenmek kulağa hoş geliyor ama işin aslı bin türlü yenilmek. Başlarsın ota boka kırılmaya. Sonra baktın olmuyor, başka bir şey ararsın. Seni ayağa kaldıracak bir kuvvet. Hınç ne güne duruyor. Öfke tüm varyasyonlarıyla burnundan tütüp göz bebeklerinden fışkırır. Öfkeni salamadın mı da nefretle tokalaş dur. Doğruya doğru, hiç mi hiç sağlam pabuç değilim. Niçin sokaklardayım kendime bile doğru düzgün açıklayamıyorum. Haklarla, özgürlüklerle, ağaçla, parkla filan pek alakası yok.
Reklam
Ona açılmayı kuruyordum: Bak İlknur, bu sıradan günler, bilesin ki benim için nimettir. Seninle konuşmak, o narin ellerinden kahve içmek, sana kahvaltı hazırlamak, yüzünü biraz olsun güldürmek nimettir benim için, saadettir, buruk bir saadettir çünkü seni görmek eşittir Orhan'ı hatırlamak. Zaten onu unutabilir miyiz? Her akşam bir mucize bekliyordum. Kapımı tıklatacaktı, "Nedim," diyecekti, “uyuyor musun?" "Hayır," diyecektim, "seni düşünmekten nefes bile alamıyorum." Birbirimize sarılacaktık, o eşarbı başına kendi ellerimle bağlayacaktım ki sapıtıp kıza yeşillenmeyeyim. Orhan'ın ruhunu muzdarip etmemek adına sadece divana oturtup puta tapar gibi yüzünü seyredecektim.
Zamanın alaşağı ettiği bir insan olduğunu, dünyanın en doğal hakikatiymişçesine, duruma bir dram havası katmaksızın söyleyip duruyordu. Zaman insanı sadece fiziksel açıdan hırpalar, işin geri kalanını çoğunlukla kendimiz tamamlarız.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
İçki konusunda da eli açıktı. “Asaf Bey," dedim bir gün. "Ağır ağır intihar ediyorsunuz. Bilmem fakında mısınız?" "Öyle Erman Beyciğim, hakkıâliniz var. Bu işin hızlısı fazla kolay olurdu. İntiharı değerli kılan bunu bir ömür boyu sürdürebilmektir." Bir bilgeydi Asaf Onur. Hastalıklı bir bilge. Öte yandan Orhan'ın hikâyesine Nedim'inki, derken Nedim'inkine Asaf Bey'in patetik kişiliği eklene eklene bende bütün bu olup bitenleri bir romana dönüştürme isteği tutuştu. Üstelik kendimle ters düşmek uğruna. Gerçek hayat hikâyelerinden köşe bucak kaçan hatta bundan neredeyse tiksinti duyan, kurmacayı hayata karşı kutsayan ben, şimdi bu yaptığımı açıklayacak söz bulamıyorum. Hadiselerin ortasında birbirlerine tuzak kurmak ve çırpınmaktan ibaret talihleriyle oradan oraya sürüklenen insanları anlamak benim için hayli müşkül. Kendi yarattığım bir kurmacanın kahramanları olmadıkları için onlara sözümü geçirme şansım -ki o durumda bile her fırsatta isyan ederler- yok. Onları şıp diye özdeşleşebileceğiniz sevimli, havalı, asi yahut erdemli kahramanlara dönüştürme özgürlüğüm de dolayısıyla yok. Hoş, insan sahiden özdeşleşilecek kadar ayrıcalıklı bir varlık mıdır, bu da ayrı mesele. Benim gibi nesli tükendi tükeneceklerin huzura kavuşma arzusuyla bir iki saat kaçamak için kapısını çaldığı iki renkten müteşekkil eski dünya, kim bilir ne zamandır Asaf Bey'in bütün mesaisini alıyordu.
Bunu kendim için yapıyorum. Babamdan hayatım boyunca nefret ettim. Zaten babalar bunun için vardır. Ya taparsın onlara yahut nefret edersin (onlardan).
Reklam
Bu ülke ne biliyor musun, sizin yönettiğiniz pis bir korku filmi. Siz çekiyorsunuz, bizi de zorla oynatıyorsunuz.
Ortada köy, kasaba, taşra diye bir kalmamışken, taşra fi tarihinde İstanbul'a, İzmir'e, Ankara'ya akıp kendi irili ufaklı obalarını kurmuşken hâlâ gözünü taşraya dikip bir sinema yaratmaya çalışan bugünün kafasız yönetmenlerine, kenti anlatamayan bir sürü lüzumsuz adama kaldı meydan.
Bizim en büyük açmazımız nedir bilir misiniz, biz geleceği okuyamayan bir milletiz. Kafaları her türlü üçkâğıda çalışan mebuslarımız var, kendini cidden sokaktaki insandan farklı zanneden ruhen ortalama bir sürü mahallî sanatçımız var ama kâhinlerimiz yok. Mesela sinema sektöründen bir Allah'ın kulu, haydi geçtim, videoyu, DVD'yi, Yeşilçam patlamasından birkaç sene sonra evlerimizi istilâ eden televizyonu bile öngöremedi ve bırakın sanatı, para için bile filmlerine sahip çıkamadı.
Dehşetli bir kız, gitmiş iğnesini yapmış. Adamı iki üç gün sonra gömmüşler. Gazeteleri boş ver, dedi. Televizyonu da geç. Birileri istemedikçe hiçbir şey haber olmaz. Birileri istemedikçe katiller de bulunmaz. Burası kivi cumhuriyeti.
Kendimizi dışarı attığımızda bir de baktım havada umulmadık bir sonbahar kasveti ama içeride görüp işittiklerimden sonra zelzele olsa şifa niyetine kabul edecektim. Orada her ne olduysa, Allah'ın işlerinden biri değildi, kâfirce bir şeydi. Zaten insanoğlunda Allah'tan çok şeytan işlemiyor mu? Ben açıkçası bu kanaatteyim. Kendimden bilirim. Ve dünyanın geri kalanından.
Reklam
Dünyası kararmış kadınlardan ne demeye sevecenlik bekliyoruz, manyak mıyız neyiz?
Adım gibi eminim, bir vücudu olsa bu şehir, bir yolunu bulup içinde yaşayanlara hiç acımadan kafatasını kurşunla doldurur.
İstanbul'un salavat getirten yokuşlarından birine vurduk fakat şehrin o sinsi sıcağında kıçımızdan damlayan tere değdi, Boğaz manzarası denilen mucizeyi locadan gladyatör dövüşü izler gibi temaşa ettik.
Sevişmenin, bir soyutlama gibi tuhaf ve ele geçmez kokusu..
141 syf.
·
Puan vermedi
·
5 günde okudu
Şehrazat
ŞehrazatÖmer Ayhan
6/10 · 8 okunma
4.380 öğeden 4.261 ile 4.275 arasındakiler gösteriliyor.