Biz Türklerin daima oturduğumuz bir köşemiz vardı. Ecnebiler arasına pek karışmazdık. Bize öyle gelirdi ki onların bize bakışlarında geriliğimizi yüzümüze çarpan bir istihfaf, sözlerinde bu istihfafı örtmek isteyen fazla bir nezaket vardı. Sıkılırdık. Tanıştığımız bazı ecnebilerin suallerine ne cevap vereceğimizi bilemezdik. Bazan: ‘Yazık değil mi?’ derlerdi, ‘Hanımlarınız böyle bir musikiyi dinlemekten mahrum.’
Biz ise bin dereden su getirir ve bu konuşmalardan kaçardık. Bazan iki üç arkadaş bir köşeye çekilir, ‘Ne zaman biz de şu medenî hayata gireceğiz, ne zaman sahnede şu sanatkârları, salondaki şu halkı Türk olarak göreceğiz?’ derdik.