Yudum

Yudum
@EFRUZANE
Yürüyen merdivenin son basamağında çırpınan izmarit gibiyim..
Dünyada insan sayısı kadar evren var"
Yıllardır birlikte çalıştığım hocalarım Kendi deneyimlerim ve yaşam koçluğu yaptığım insanlardan öğrendiğim bir şey var; Hayatı tek bir formüle koyup herkese uygulamak mümkün değil.
Sayfa 17 - dharmaKitabı okuyor
Reklam
Ne yazık ki hayat daha da sıkıcı olmaya başladı. Kabul ederim ki, daha önce canım sıkılırken depresyona girerken şimdi neşelenebiliyordum, ama hayat temelde ilginç değildi. Bu şekilde mutlu can sıkıntısı elbette teorik olarak tecavüz ve öldürme arzularına yeğlenirdi ama ben kişisel olarak yine de pek aldırmadım buna. İşte Zar Adamı da gerçeği aramaya çıktığım bu sefil yolun bu aşamasında keşfettim.
Sonradan öğrendiğime göre işin sırrı, hayatın karışıklığını, sorunlarını, sınırlamalarını coşkuyla, tatmin olarak kabul etmekten geçiyordu. O halde hayat anlamsız mıydı? Kimin umurunda dedim. O halde benim hırslarım önemsiz miydi yani? Ama ben yine izleyecektim onları. Hayat can sıkıcı mıydı? Ben buna ancak esnerdim.

Reader Follow Recommendations

See All
...ben kendimden ve dünyadan nefret ediyordum, çünkü kendimin ve hayatın sınırlarını kabul etme ve onlarla yüzleşme konusunda başarısız olmuştum. Bu reddedişe edebiyatta romantizm, psikolojide ise nevroz deniyordu.
Canım çok sıkıldığı zaman beni tutan bağlardan kurtulup rüzgarın önünde uçmak istiyordum ama bağlar daha çok sıkılıyor, göğsümdeki çapa içime daha çok gömülüyordu. Kendi ağırlığım kaçınılmaz ve ebedi idi.
Reklam
ASDAFGHFGH
Kendinizi anlayın, kendinizi kabul edin ama kendiniz olmayın.
......başarılı bir analizden, ortalama bir eşle yedi yıl boyunca orta mutlulukta bir yaşam sürdükten sonra, otuz iki yaşıma basarken birden kendimi ve kendimle beraber birçok kişiyi de öldürmek istedim.
Hayat can sıkıntıları okyanusunda vecde gelme adalarıdır ve otuz yaşından sonra kara nadiren görünür. En iyi durumda, aşınmış bir kumsaldan diğerine dolaşıp dururuz ve çok geçmeden üzerine bastığımız bütün kum tanelerini tanır gibi oluruz.
Ülkede bana hayran olan binlerce zar adam var ama iki kez akıl hastanesine, bir kez de hapishaneye girip çıktım, şimdi de kaçağım ve umarım bu otobiyografimi tamamlamadan önce yakalanmam.
Ben kendini yenilemek isteyen bir adamı anlatacağım ve bana deli diyecekler. Ne yapalım, desinler. Yoksa başarısız olduğumu düşüneceğim.
Reklam
Benim otobiyografim kurnazca bir karmaşa olacaktır. Ben kronolojik düzenimi bugünlerde pek az kişinin cesaret edebileceği bir şekilde yazacağım. Fakat benim tarzım Oyun Zarı şeklinde nadir bir şey olacak. Ben somurtacak, süzülecek, yüceltecek ve alay edeceğim.
Tarz insandır," dedi ve hayatını okurlarının canını sıkmaya adadı.
Öldür beni
Clemente elindeki küçük dosyadan bir fotoğraf çıkarıp Marcusa gösterdi. Adamın göğsündeki dövmenin fotoğrafıydı bu: öldür beni' "İnsanların içinde bu dövmeyle dolaşıyordu." Marcus, "Adamın ikiye bölünmüş doğasının sembolü," diye açıkladı. "Sanki bize dış görünüşün ötesine bakmayı söylüyor gibi çünkü genellikle ilk bakışta bir insanı yargılarken ilk seviyede, yani kıyafet seviyesinde takılı kalırız. Halbuki hakikat deriye yazıldığında herkesin erişebileceği bir şey haline gelir, saklıdır ama yine de çok yakındır. Fakat kimse onu göremez. Jeremiah 'nın durumu için de bu geçerliydi; insanlar tehlikeyi hayal bile edemeden yanından geçip gittiler ve kimse ondaki gerçeği göremedi." "O sözde bir meydan okuma gizliydi; Öldür beni, öldürebilirsen.
"Kimi zaman gerçeğin farklı olmasını isteriz. Ve olanları degiştiremiyorsak onları kendi tarzımızla anlatmayı deneriz. Fakat bu her zaman işe yaramaz."
Sandra için bu sahnede ölüm kendini, kurşunlar tarafından işkence edilmiş o iki beden aracılığıyla göstermiyordu. Ya da her tarafa sıçrayan ve cesetlerin ayaklarının dibindeki kurumuş kanda da değildi. Görmeden bakan donuk gözlerinde veya dünyadan ayrıldıkları andaki son hareketlerinde de yoktu. Ölüm başka bir yerdeydi. Sandra, ölümün esas becerisinin detaylarda saklanmayı bilmek olduğunu öğrenmişti. Oradaydı; fotoğraf makinesinin her bir karesinde. Birinin olayın korkunçluğunu anladıktan sonra kapatmayı akıl ettiği kahve makinesinden taşan ve fırının üzerindeki kurumuş kahvedeydi. İçindekilerin tazeliğini korumak için yılmadan çalışmaya devam eden buzdolabının mırıltısındaydı. Şu an neşeli çizgi filmler oynatan ve hâlâ açık olan televizyondaydı.
Sayfa 35
387 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.