Clemente elindeki küçük dosyadan bir fotoğraf çıkarıp Marcusa gösterdi. Adamın göğsündeki dövmenin fotoğrafıydı bu: öldür beni'
"İnsanların içinde bu dövmeyle dolaşıyordu."
Marcus, "Adamın ikiye bölünmüş doğasının sembolü," diye açıkladı. "Sanki bize dış görünüşün ötesine bakmayı söylüyor gibi çünkü genellikle ilk bakışta bir insanı yargılarken ilk seviyede, yani kıyafet seviyesinde takılı kalırız. Halbuki hakikat deriye yazıldığında
herkesin erişebileceği bir şey haline gelir,
saklıdır ama yine de çok yakındır.
Fakat kimse onu göremez.
Jeremiah 'nın durumu için de bu geçerliydi;
insanlar tehlikeyi hayal bile edemeden yanından geçip
gittiler ve kimse ondaki gerçeği göremedi."
"O sözde bir meydan okuma gizliydi;
Öldür beni, öldürebilirsen.
"Kimi zaman gerçeğin farklı olmasını isteriz. Ve olanları degiştiremiyorsak onları kendi tarzımızla anlatmayı deneriz. Fakat bu her zaman işe yaramaz."
Sandra için bu sahnede ölüm kendini, kurşunlar tarafından işkence edilmiş o iki beden aracılığıyla göstermiyordu.
Ya da her tarafa sıçrayan ve cesetlerin ayaklarının dibindeki kurumuş kanda da değildi.
Görmeden bakan donuk gözlerinde veya dünyadan
ayrıldıkları andaki son hareketlerinde de yoktu.
Ölüm başka bir yerdeydi.
Sandra, ölümün esas becerisinin detaylarda saklanmayı bilmek olduğunu öğrenmişti. Oradaydı; fotoğraf makinesinin her bir karesinde. Birinin olayın korkunçluğunu anladıktan sonra kapatmayı akıl ettiği kahve makinesinden taşan ve fırının üzerindeki
kurumuş kahvedeydi.
İçindekilerin tazeliğini korumak için yılmadan
çalışmaya devam eden buzdolabının mırıltısındaydı.
Şu an neşeli çizgi filmler oynatan ve hâlâ açık olan televizyondaydı.
"Nereye gidiyoruz?" Ormana koşarken hışırdayan ağaçların arasında sesimi duyurabilmek için bağırmak zorunda kaldım. Midem düğüm düğümdü. Bir anda oluveren şeyler konusunda iyi değildim. Ya da sürprizler.
Fotoğrafta evsiz olduğu her halinden belli olan bir kadın vardı. Çökük gözleriyle doğrudan makineye bakıyordu. Paranızı istemiyorum, yazıyordu kartondan tabelasında. Bana bakın ki var olduğumu bileyim.
Aşk bahane. Herkes kendini seviyor,
bu cilvede kendi güzelliğinden emin olmak istiyordu ve tıpkı şu ayna gibi bu güzelliği yansıtacak, parlatacak bir ayna arıyordu.
Bilerek ve isteyerek kimseye bir kötülüğünün dokunmadığı muhakkaktı ama o bilmeyerek ve istemeyerek de olsa kimseye bir fenalığı dokunmuş mu, bunun hesabındaydı.