Cansu Ayman

Enfant (çocuk) sözcüğünün Latince kökeni infans, konuşmayı bilmeyen insan demektir. Sırf bu yüzden belki, infans'ı işitmek, hele onu dinlemek ötekinin aklından geçmez.
Reklam
Ben dünyevi verimliliğin, her şey ihtirasla arzulandığı anda filizlenecek şekilde emrimize amade olmasını talep ediyorum. Ben Mefistofeles'in masanın kenarına burguladığı tek delikten akıttığı şarabın bolluğundan da daha bol bereketli şarap talep ediyorum. Ben orman cinlerinin dağı sütunların üzerine diktiklerindekinden, ve bir ateş denizinde dans ettiklerindekinden de daha şehvani bir tablo talep ediyorum. Ben duyuları en fazla galeyana getiren şeyi talep ediyorum, ben bin bir geceye has o rayihanın nefis ferahlığından da daha harikuladesini talep ediyorum. Ben ihtirası şehvetle alevlendiren, ve doygun ihtirası yatıştıran bir serinlik talep ediyorum. Ben gürül gürül fışkıran bir pınarın durmak bilmez sevinç ve coşkusunu talep ediyorum.
Mavisakal'ın bütün "meraklı" eşlerini öldürmesi, yaratıcı dişinin, her türlü yeni ve ilginç hayatı geliştiren potansiyelin öldürülmesidir. Yok edici, kadının vahşi doğasını pusuya düşürürken özellikle saldırgandır. En iyi olasılıkla onu küçümsemeye ve en kötü ihtimalle de kadının ona ait içgörüleri, esinleri, azmi vb ile

Reader Follow Recommendations

See All
"Aşkınlık" varoluşçulara göre varlığımızın nesneleştirilemeyen, durağan olmayan, bir kimliğin içine sıkıştırılamayan, hep devinim halinde olan hareketidir, bir dünya kurma gücüne sahip olan yaratıcı tarafıdır. Özgürlük aşkınlığın bir tezahürüdür, hatta onunla eşanlamlıdır. Bununla birlikte insan aşkınlıktan ibaret değildir, varlığının bir içkinlik boyutu da vardır. Buna da yaşamın kendisini idame ettirmek için zorunlu, yinelenen gereksinimlerin alanı diyebiliriz. (önsöz)
Beline - Elbette bilmezsiniz; sizin gibi pek uslu, son derece namuslu kızlar, ancak babalarının sözlerini kulak arkasına atıvermesini bilirler. Öyle söz dinleme, saygı gibi şeylerin artık modası geçti! Angelique - Bir kızın babasının sözünü dinlemesinin de bir sınırı vardır madam; akıl da, yasa da her sözü dinlemeyi gerektirmez.
Reklam
Mme de Villeparisis'nin evinden çıkarken yüzüne safça yayıldığını gördüğüm munisliği, iyiliği, genelde onca şiddetle, tatsız tuhaflıklarla, dedikoduyla, katılıkla, alınganlıkla ve kibirle çarpıtmasına, sahte bir acımasızlığın ardına gizlemesine onun adına üzülüyordum. Güneşe karşı gözlerini kırpıştırırken, neredeyse gülümser gibiydi; yüzü, bir şekilde dinlendiği esnada, adeta doğal halinde, o kadar şefkatli, o kadar savunmasız göründü ki bana, M. de Charlus'ün seyredildiğini bilse ne kadar öfkeleneceğini düşünmekten kendimi alamadım; çünkü erkekliğe böylesine düşkün, erkekliğiyle böylesine gurur duyan, herkesi iğrenç derecede kadınsı bulan bu adamın ansızın aklıma getirdiği şey, geçici olarak yüz hatlarını, ifadesini, gülümsemesini tamamen benimsemiş olduğu bir kadındı.
Epikuros Zen Budistlerinin "didinmenin" beyhudeliğini dediği şeye işaret ediyor. Oysa bu beyhude didinme günümüz kültürünün mihenk taşı neredeyse...
Olimpos onların yegane babasıdır, onları ne insanların ölümlü doğası var etmiştir, ne de unutkanlık onları gizleyebilmiştir. İşte onların içindedir hiç yaşlanmayan tanrı.
Sayfa 63
Aşkın doğurduğu istek, yani bütün yüzyılların şairlerinin durup dinlenmeden sayısız biçimlerde dile getirdikleri ve bir türlü tüketemedikleri gibi, hakkını da veremedikleri bu istek (belli bir kadının elde edilmesinden sınırsız bir mutluluk, elde edilmemesinden anlatılmaz bir acı duyulacağını hissettiren bu istek), kaynağını bireyin günlük
Bu dirilmeyi, yenilenmeyi bütün varlığıyla istiyordu. Kendi isteğiyle kapıldığı çirkef girdabına dayanamaz hale gelmişti. Bu gibi durumda birçokları gibi kurtuluş çaresini yer değiştirmekte buluyordu; oradaki insanlar olmasa, durumu silinse, o uğursuz yerden kendini bir atabilse, her şey yeniden doğacaktı, yepyeni yollar açılacaktı! Buna inanıyor, yeni hayatın özlemi içini kemiriyordu.
Sayfa 487Kitabı okudu
Reklam
-Ya ne olacaktı başka? Sen de ne güzel söyledin işte. Bu coşup taşan öfke, bu kötülüklere amansızca saldırış, alçalmış insanları kepaze ediş, işte asıl edebiyat budur. Oblomov birden parladı: -Hayır, hiç de değil! Hırsızı, düşmüş kadını, aldatılmış bir budalayı anlatın, anlatın ama insanı da unutmayın. Sizin için insan diye bir şey yok mu? Yalnız kafanızla yazmak istiyorsunuz. Düşünmek için kalpsiz olmak gerekir, sanıyorsunuz. Hayır, düşünmeyi besleyen sevgidir. Düşen adama el uzatın, mahvolan bir adamın haline ağlayın, onunla alay etmeyin. Sevin onu! Onda kendinizi görün ve ona kendinizmiş gibi bakın.
eros ve thanatos, insan bir çelişkiler yumağından başka bir şey değil.
Yaşamaya duyduğumuz bu garip saplantımız belki de karakteristik özelliklerimizin en ölümcülü; çünkü aslında ne zaman istersek bırakabileceğimiz bir yükü sürekli taşımak kadar saçma bir şey var mı? Varlıktan bu denli korkup yine aynı varlığa bu denli tutunmak saçma değil mi? Kısacası bizi içten içe tüketen yılanı kalbimizi yiyene kadar okşamak anlamsız değil mi?
Sayfa 19
niyeyse aklıma bir istismar biçimi olan love bombing geldi; iyilikteki kötülük.
kötülük timsali Dalville (Sade'ın romanı Justine'deki karakterlerden birisi) -Aydınlanmacı moral-sense (ahlak duygusu) felsefesini kasten anlam kaymasına uğratarak- erdemli davranmanın bir tür bencillik olduğunu ileri sürer: Erdemlilik ahlaklılığın kendini deneyimlemesinden duyulan hazdan başka bir şey değildir. Değerlerin yeniden değerlendirilmesi, ahlakı doğal bir dürtüye indirgeyen ve basit bencillikle aynı mertebeye yerleştiren maddeci bir öğretinin buyruğu altında gerçekleşmektedir. Doğayla kurulan bağlantı güç yasasına tabi olan toplumsal çıkar kavgasını savunmaya varır -yani bir bakıma henüz adı konmamış Darwinizme: "Bil ki uygarlık doğal düzenleri altüst etmişse de, onun haklarına dokunmamıştır. Doğa baştan itibaren güçlü ve zayıf canlılar yarattı. Amacı daima zayıfları güçlülere tabi kılmaktı, mesela kuzuyu aslana, böceği file. İnsanın becerikliliği ve zekası, konumunu değiştirdi. Artık sıralamadaki yeri belirleyen şey fiziksel kuvvet değil, insanın sahip olduğu zenginliklerdi." Adorno ve Horkheimer tarafından Sade'ın romanı Juliette (1797) için kullanılmış bir deyişle uygarlığı "kendi silahlarıyla" vuran böyle bir hayat dersi açısından, davranışları belirleyen kuvvetler dürtü ve sahip olma hırsı, kötü huy ve zevktir. Justine de acılar çekme pahasına, insanın doğası gereği kötü olduğunu ve tutkularının girdabında berrak bilincini yitirdiğini öğrenecektir.
Açıkça, erkeklerin kadınlarla ilgili söyledikleri ve yazdıkları, onların gerçek varlıklarını yakalayamamaktaydı. Kadınları sadece bir imge yoluyla, özsel bir işlev, annelik işlevi için zorunlu olmasına rağmen ölçüsüzlüğüyle potansiyel olarak tehlikeli kadın imgesi yoluyla algıladılar. Kadın açıklanmakta, icat edilmekteydi, kaçınılmaz olarak onu tözünden yoksun bırakan bilgili bir bakışla tanımlanmaktaydı.
"Tutku bireyleştirir, ama köleleştirir de." Emile Durkheim
3,645 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.