Lübnan'da acı, sefalet ve yokluk içinde biri varken Mont real'da bahar güneşi altında, bir kafede oturan, varlık içindeki adam gerçek huzuru bulamaz. Dünyaya sahip olsa da bulamaz. Çünkü en evvela şu gerçek var ki; varlık bir, varlık bir bütün. Bir uzvumuz acı içindeyken tüm beden o acıyı hissediyor, tek bir beden olduğumuz varlık dünyasında da aynı şey oluyor aslında. Bedeni ve beş duyuyu aşan ruhumuz, pekâlâ hissediyor ötedeki acıyı ve sıkıntıyı. Bu yüzden bazen bize sebepsizce gelecek şekilde, sıkılıp daralıyor ve bunalıyoruz...
Aziz içinden ne diyeceğini, ne derse Baba'nın birden onu haklı ve yaralı bulacağını düşünüyordu. Onun acısı fiziksel değil, bakış acısıydı, anasının ona bakarken verdiği acıydı, babasının bakmama acısıydı, bunu nasıl anlatacaktı.
"insanların dediğini yap çünkü zaten onlar dediklerini yapacak yerde hiçbir zaman olamazlar. Demiş, diyebilmiş olmak onlara bir şifa gibi geliyor, bunu kendimden biliyorum. En basit şey olan diyebilmeyi kendimize muska yapıp asıyoruz. Dua eder gibi doğru şeyleri söyleyip sıralayıp sonra en müptezel yere koşmak insanın resmi halidir, vesikalık fotoğrafı budur..."