Sevgiliye okumayacağını bile bile yazılan mektuplarla, onun okuyup değerlendirdiğini varsayarak ve bu kaygıyı taşıyarak yazılanlar bir olur mu hiç? Fernando Pessoa’nın da dediği gibi, anlaşılmak kendini satmaktır. Yazdıklarını yayınlamak ile ilgili de buraya uyacak birkaç cümlesi vardı ama bulup eklemek için enerjim yok. Evet söylenecek sözlerin, yazılacak yazıların en büyük prangası yargılar değil mi? Yaşarken de yazarken de özgür olmak adına insanın kendisi için yapması gereken ve aslında en zor olan şeyde üzerine çevrilen gözlerden ve düşüncelerden sıyrılabilmek. Ben henüz bunun gizlenmekten başka çaresini bulamadım. Ama bu ölmekten korkuyorsan yaşamayacaksın demekle aynı şey, yani bu bir çözüm değil kaçış.
Kendimi bildim bileli her zaman köşede kimseye okutmadığım, tek bir insana değil insanlara söylemek isteyipte söyleyemediklerimi not aldığım, kendi kendime karaladığım bir defterim oldu. Lisede tuttuğum defterim çalınmıştı hala acısını içimde taşıyorum, bir tanesini de bile isteye çöpe atmıştım, birinin ise yapraklarını yırtıp attım, şu an elimde eskiden kalma birkaç sayfa yazı birde en son yazmaya başladığım defterim var. Belki bu huyumdan dolayı bu kitabı çok sevdim. Son olarak kitaptan bir alıntı yapmak istiyorum:
‘Aramak’ — ne söz, değil mi?
Hani, bir yerden dönecektim; sana saatini de söylemiştim; gelince senin notunu buldum: “Daha gelmediğini bile bile aradım — öylesine, işte...” diyordun — içim ışıldadı:
İşte tam da buydu ‘arama’nın özü — ‘buluna’mayacağı bilindiği zaman bile, aramak...