Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman,
çünkü iki yüzüyle karşına çıkar hayat.
Bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın,
ateş de pay alır kendine soğuktan.
Adam yaşama sevinci içinde masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü, yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini, çıkrık sesini
Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu adam masaya
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta işte onu koydu
Kimi seviyordu, kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu
Üç kere üç dokuz ederdi
Adam koydu masaya dokuzu
Pencere yanındaydı, gökyüzü yanında
Uzandı masaya sonsuzu koydu
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu
Uykusunu koydu, uyanıklığını koydu
Tokluğunu, açlığını koydu
Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke
Bir iki sallandı durdu
Adam ha babam koyuyordu
Dış dünyada Hıristiyanlığı yönetenlere bakın, İsa’nın simgesi ile tanrısal gerçeği çarpıtmadılar mı? Ellerinde bilim var; ama maddeden başka bir şey tanımayan bilim… İnsan varlığının en soylu yanı maneviyat inkâr ediliyor; zaferle, hatta nefretle reddediliyor. İnsanlar, hele şu son zamanlarda bir özgürlük teranesi tutturdular; neymiş bu peşinde koştukları özgürlük! Yalnızca esirlik ve kendine kıymadan ibaret! Çünkü insanlar, “ihtiyaçlarını tatmin etmeye bak, sen de en yüksek, en zengin kişilerle aynı haklara sahipsin” inancına saplandı. “İhtiyaçların giderilmesi konusunda hiç çekinme, hatta isteklerini alabildiğine artır!” Bugün herkesin dilinde bu var, özgürlük böyle anlaşılıyor. İhtiyaçları alabildiğine genişletmek hakkı ne doğurur? Zenginleri yalnızlığa ve manevi çöküntüye, yoksulları kıskançlığa, suç işlemeye götürür. Çünkü hak bağışlanırken ihtiyaçların giderilme yolları gösterilmiş değildir. Güya mesafeler kısaltılmakla, düşüncelerin havadan iletilmesiyle insanlar birbirine yakınlaşır. Kardeşlik için kendini geliştirmeye çalışan insan, bu çabalamanın sonunda ruhsal bir yalnızlığa düşer. Böylece dolgun, dört başı mamur bir hayat yerine manevi bir intiharla yüz yüze gelir.