Bir cümleyi çok sevmeye başladım;
Seni ışıltısız seviyorum..
Mektubunda böyle yazmıştı Hale. Bu güzel cümleyi bize de aynı güzellikte aynı naiflikte hissettirdi. Sevgi nasıl ışıltısız nasıl söylenmeden gösterilebilirdi? Kitapta bunun cevabını en güzel şekilde almakla kalmıyorsunuz hissediyorsunuz. Kitap tüm duyguları öyle güzel yansıtıyor ki; kimi hikayelerde beraber hüzünleniyor beraber ağlıyor beraber aşkın heyecanını tatmaya başlıyorsunuz.
Mesela bu kitabı okuduktan sonra güneşe, makarnaya, ciğer yemeğine, mezarlığa, zeytin ağacına, en önemlisi de sevgiye de bambaşka bakıyorsunuz. Sevgiyle ilgili şöyle bir cümle geçiyordu kitapta; "Bir gün karşına bir insan çıkacak ve alfabeden tasarruf edeceksiniz. Seni sevdiğini anlamak için duymayı beklemeyeceksin... " sevgi kelimelerden çok hislerle hissettirilirmiş çünkü. Ne zaman sevildiğinizden emin olursunuz ? Anlamaya ihtiyaç duymadığınızda..
Kitapta her hikayeden farklı duygular yüklüyorsunuz heybenize. Kitabı bitirince ben de heybeme seni ışıltısız seviyorum cümlesini yükledim. Anlamının derinliğinide..
Ufuk,Hüseyin amca ve Yusuf’un kesişen hayatları, onların hayatı kesiştiği için hayatlarındakilerin hayatlarından çıkması. Hayatın içinde de hep öyle olmaz mı? Birileriyle hayatımızı paylaşır iken , istemesekte bazıları hayatlarımızdan çıkar. Bu bazen hayatımızın olabilir!?! Karakter yapıları gereği bazı insanlar “Seni seviyorum” diyemez. Tüm hareketleri, hayatı yaşayışı ise avaz avaz “SENİ SE-Vİ-YO-RUMM” diye bağırıyordur. (Şahsen ben) Tabi anlayana. Herkes ışıltılı sevilmeye alışıktır, böyle ışıltısız sevilmez değil mi?
Sizlere uzmanlık sorusu; Seven biri başka bir çiftin aşkını kendi aşkından daha yüce görür mü? Görebilirse ne zaman görebilir? Kararları ne olur?
Mustafa Tan bunları karakteri ile bizlerin gözleri önüne koydu. Herkesin bir hayata bakışı var ona görede yorumlayacaktır illaki… Keyifli okumalar dilerim.
Kitabı okumam ve değerlendirmem için yollayan
Mustafa Tan ‘a teşekkürlerimi sunuyor, yeni hikayeler ile yoluna devam etmesini diliyorum.
“Belli ki bir hikayen var…” dedim. İfadesini de duruşunu da hiç bozmadı: “Herkesin bir hikayesi vardır, önemli olan bunun gerçek hikayen olup olmadığından emin olmandır…”
"Kendisi fakirhane demişti ama bize göre gördüğümüz bu ev bir kartpostaldan halliceydi.Sanki orada uzun zaman önce bir baba çocuğuna bir masal anlatmış da masalı sonlandırırken bütün görkemiyle bu evi burada unutmuş gibiydi."
“Zaten cinlere “cin” demeyi yeğlerim ve insanlar için “cin gibi” deyimini kullanmam çünkü bu cinlerin üzerinde baskı yaratmaktan başka bir işe yaramaz. Onların iyi oldukları bir konuda “insan gibi” nitelemesini kullanıp bizi yücelttiklerini bilseydik, bunun bizim üzerimizde yaratacağı etki muhtemelen öncelikle baskı ve hemen ardından ise başarısızlık olurdu.”