Aşk, içinde Zümrüdüanka kuşlarının, tuba ağaçlarının, define adalarının, baldıran zehirlerinin, baharat gemilerinin, parlak renkli mücevherlerin, sarhoş edici meyvelerin, öfkeli volkanların, altın renkli köpüklerinde tanrıların yıkandığı denizlerin bulunduğu esrarlı, bilinmezliklerle dolu, ürkütücü bir âlem.
Orada olduğunu biliyoruz ama ne olduğunu bilmiyoruz.
İstediğimiz ve istemediğimiz her şey var orada. Sanırım, aşkla ilgili kesin olarak söyleyebileceğimiz tek gerçek, bu sihirli alana girdikten sonra büyük bir sarsıntıdan geçeceğimiz.
Bu sarsıntıdan sonra bizim için yeni bir dünya oluşacağı.
Kaçınılmaz olarak bu sarsıntıda bir şeyler yıkılacak, bir kişilik bir dünyadan iki kişilik bir dünyaya geçerken, bu yeni dünyayı uyamayacak birçok alışkanlıklarımızı, bencilliklerimizi, isteklerimizi yok edecek.
Böyle büyük bir altüst oluşu yaşarken yok etmediysek ve yok olmadıysak eğer elimizde kalanlarla yepyeni, varlığından haberdar bile olmadığımız, heyecanlı olduğu kadar sakin, tedirgin ettiği kadar güven veren, korkuttuğu kadar yatıştıran mutlu bir âlem yaratabileceğiz.
O âleme geçenler, geçmeyenlerin bilemeyeceği duygular yaşayacak.
O kadar mutlu olacaklar ki bazen birçok şeyi kendi istekleri ile feda edecekler.