Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Emre Demirkıran

Emre Demirkıran
@GreenViper
eternal struggle is eternal growth.
''Muhafazakarlar aptaldır: Geleneksel değerlerin erimesinden şikayet ederler ancak hevesli bir şekilde teknolojik gelişmeyi ve ekonomik büyümeyi savunurlar. Görünüşe göre, toplumun diğer her alanında hızlı değişimlere sebep olmadan toplumun teknolojisinde ve ekonomisinde hızlı, köklü değişimlere gidilemeyeceğini ve bu hızlı değişimlerin kaçınılmaz olarak geleneksel değerleri yıktığını anlayamamaktadırlar.''
Reklam
Ovalar can sıkar, dağlar yorar; yani, mekanlar hiçbir anlam ifade etmezler. Törelere gelince, insan her yerde aynıdır; Her yerde zenginlerle yoksullar arasında kavga vardır; bu her yerde kaçınılmazdır; o halde sömüren olmak, sömürülen olmaktan daha iyidir, her yerde kaslı adamlar çalışıp dururken, hantal adamlar bunalıp sıkılır; arzular her yerde birbirinin tıpkısıdır, çünkü duygular her yerde tükenip gider, ayakta kalmakta direnen tek duygu, kibirdir! Kibir, hep ben demektir. Kibri ancak altın yığınları tatmin eder.
Sayfa 21 - Tefeci GobseckKitabı okudu
''İlkelerimi her enlemde başka bir biçime sokmak zorunda kaldım. Avrupa'nın hayranlık duyduğu şeyi, Asya cezalandırır. Paris'te ahlaksızlık addedilen, Azorlar'a gidildiğinde bir gereklilik haline gelir. Şu ölümlü dünyada hiçbir şey sabit değildir. Bize sadece, doğanın içimize yerleştirmiş olduğu tek bir hakiki his kalır. Kendimizi koruma içgüdüsü. Sizlerin Avrupa toplumunuzda bu içgüdü, kişisel çıkar adını alır. Benim kadar uzun yaşamış olsaydınız, bir insanın zihnini meşgul eden doğruluğu kesin değerin tek bir maddi unsur olduğunu anlardınız.''
Sayfa 21 - Tefeci GobseckKitabı okudu

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
'Yoksulluk kapıdan girince aşk pencereden uçar.' Çoğu insan hep yanlış anlıyor. Bu, erkeğin parası bittiğinde kadının ondan ayrıldığı anlamına gelmez. Şu demek: Bir adamın parası bittiğinde... kalbini kaybeder, değersizdir. O kadar zayıflar ki gülemez bile, garip bir aşağılık kompleksine kapılır, çaresiz kalır ve kadını kendinden uzaklaştıran o adam olur. Bu noktada yarı delirir ve uzaklaşana kadar itmeye, itmeye ve itmeye başlar. En azından okuduğum bir kitapta öyle yazıyor. Üzücü, değil mi? Ne yazık ki bu duyguyu çok iyi biliyorum''
''Bu hayatta doğru düzgün yaşamanın yolu, zevkin de acının da nimetlerinden yararlanmaktan geçer. Her ikisi de dünyanın bize sunduğu uyarıcılardır yalnızca. Onları ustalıkla harmanlayarak bambaşka bir şekilde kullanman mümkün... Kendini tamamen şeytana vermek istiyorsan, iyiliği, hayrı unutmamalısın. Acı çeken bir kadın gördüğünde, kahkaha atmak yavan kalır. Acı çeken bir kadın gördüğünde ona acı, onun adına üzül, acısını tasavvur etmeye çalış, hatta onu yetiştiren anne, babayı gözünün önünde getirmeye çalış, onun için gözyaşı dök; ama sonra ona her zamankinden daha çok işkence et.
Sayfa 115Kitabı okudu
Reklam
''Gerilim ve abartılı sorumluluk duygusu, insanın kabiliyetinin sınırlarını en üst seviyeye çıkartabilir, diğer yandan , çok fazla baskı uyguladığın takdirde ters etki yapıp hataya da yol açabilir.''
Sayfa 114Kitabı okudu
#kader
Kader, güçlü ve zayıf arasındaki ilişki gibidir, sence de öyle değil mi? Dİne bak mesela... Yahova'ya tapan İsrailliler... Ondan neden korkuyorlardı? Tanrıları güçlüydü de ondan, öyle değil mi? Tanrılara inanan herkes, bir yere kadar korkar onlardan. Tanrılar bu nedenle güçlüdürler.
Babam sadece yüz yen gibi bir parayı geri alamadığı için öfkesinden öldü. Belki de gerçekten bir alçak tarafından aldatılmıştı. Dolandırıcılık kurbanıydı. Ama buna rağmen karşı taraf kanunları iyi bildiği için babam mahkemede kaybetti. O alçaktan parasını geri alamadığı takdirde, hapse tıktırmaya karar vererek yola çıkan babam, sonunda karşı tarafın iftira suçlamasıyla karşı karşıya kaldı. Babam bunu kaldıramadı. Yüz yen veya bin yen olması sorun değildi. Babam sadece devlete ve hukuk sistemine inanıyordu. Ve o sistemin hata yapmayacağına ikna olmuştu. Ancak ne oldu? Tanrı gibi inandığı o sistem, delil yetersizliği diyerek onunla ilgilenmedi. Dahası, takipsizlik kararı verilmesine rağmen iftira atmak suçundan sanık olarak sıkı bir soruşturmadan geçti. Kanunlara koşulsuz olarak güvenmiş olan babam, elbette ki çok acı çekti. Bu onursuzluğu kaldıramadı.
Sayfa 103Kitabı okudu
Fakat sizi harekete geçiren şey aslında savaş değil, yıkımdı. Yıkım arzusuydu. Her şeyi yıkıp yok etmekten mutluluk duyuyordunuz. Sizi seven gençlere acı ve ıstırap çektirip sonunda onları mahvetmeden rahat edemiyordunuz. Buna karşılık, siz kesinlikle yıkılmadınız. Bu korkunçtu. Tehlikeliydi.
Bu böyle ya sonsuza dek gider ya da, daha nadir olmakla birlikte, gerçekleşmeyen ve yine de vazgeçemeyeceğimiz bir arzuyla karşılaşmamıza kadar belli bir karakter gücünü gerektirir. İşte o zaman deyiş yerindeyse aradığımız şeyi buluruz: Yani acılarımızın kaynağı olarak kendi varlığımız yerine her an suçlayabileceğimiz ve acı çekmenin bu varoluş için özsel nitelikte, gerçek tatmininse imkansız olduğu bilgisinden yeniden uzaklaşmak kaydıyla kaderimize küseceğimiz fakat karşılığında varoluşumuzla barışacağımız bir şeydir bu. Bu son gelişme biçiminin etkisi biraz melankolik bir ruh halidir, tek bir büyük acının sürekli olarak çekilmesi, bunun sonucunda daha küçük tüm acıların ya da sevinçlerin önemsenmesidir; çok daha alışıldık olan sürekli başka başka hayaletleri kovalamaktan daha saygın bir olgudur bu.
Reklam
Memnuniyetsizliğimizin kaynağı, isteklerin katsayısını yukarı çekme çabamız sürekli yenilenirken bunu önleyen diğer katsayının hareketsizliğinde yatar.
Zenginlik, deniz suyuna benzer: Ne kadar içilirse o kadar susatır.
hayat kuralı no. 33 "hayat planlarımızda en sık, hatta neredeyse zorunlu olarak dikkate almadığımız ve hiç hesaba katmadığımız şey, zamanın bizde meydana getirdiği değişimlerdir. elde ettiğimizde artık bize uygun olmayacak şeyler için didinip durmamız ya da bir işin farkına varmadan gücümüzü çalan hazırlık çalışmalarıyla yıllarımızı harcamamız bundandır."
... çoğu zaman sadece kader ve sahip olduklarımız hesaba katılsa da mutluluğumuz aslında kim olduğumuza, bizim bireyselliğimize bağlıdır. kader düzelebilir ve yetingenlik ondan çok şey talep etmez; fakat ahmak her zaman ahmaktır ve ruhsuz bir hödük sonsuza dek ruhsuz bir hödük olarak kalır, isterse cennette çevresini huriler sarsın. " en büyük mutluluk, kişiliktir. "
#mutsuzluk
Mutlular bazı şeylere nasıl katlanacağını bilemezken sayısız insanın doğuştan sakatlık, sefalet, düşük sosyal statü, çirkinlik, elverişsiz mesken gibi sayısız kalıcı kötü duruma hiç aldırış etmeksizin katlanması ve kapanan eski bir yara misali hiç hissetmemesi bundandır; zira onlar iç ve dış zorunluluğun, durumu değiştiremeyecek bir şeye yer bırakmadığını bilirler. Hiçbir şey dış zorunlulukla açık ve seçik bilgi kadar sıkı sıkıya uzlaşmaz. İyi özelliklerimizi ve güçlü yanlarımızı olduğu gibi hatalarımızı ve zayıf yanlarımızı da açıkça gördüğümüzde hedefimizi buna göre belirleyip ulaşılamaz olanı kabullenerek kendi bireyselliğimize ilişkin bilgisizliğimizin, yanlış kibrin ve bundan kaynaklanan haddini bilmezliğin kaçınılmaz sonucu olan tüm ıstırapların o en acısından, kendimizden duyduğumuz memnuniyetsizlikten kişiliğimizin izin verdiği en güvenli şekilde kurtuluruz.
''Çocukluğumda ve gençliğimde tanıdığım o kocaman dünya gitti. Yok oldu. Salgından önceki günleri yaşamış, artık yitip gitmiş o eski günlerin harikalarını görmüş son adam benim. Toprağıyla, deniziyle, göğüyle bütün gezegene hakim olan, kendisini tarın yerine koyan bizler, şimdi California denen şu memleketteki su boylarında ilkel bir yabanilik içinde yaşayıp gidiyoruz.''
Reklam
''İnsan eskiden beri metafizik bir kavram olarak mutlak adalete inanır ama anlaşılan o ki evrende adalet diye bir şey yoktur. Haktan, adaletten anlamayan, doğada kara bir leke gibi duran, gaddar, insafsız, düzenbaz bir vahşi olan o adam neden hayatta kalmıştı?''
"Geçici düzenler köpükler gibi uçar gider," diye mırıldandı, belli ki bir şiirden bir dize okumuştu. "Aynen öyle, köpükler gibi, geçici. İnsanın bu dünyadaki bütün çalışması köpükten öte bir şey değil. İnsan kendine faydası olacak hayvanları evcilleştirip düşmanca davrananları yok etti, toprağın yabani bitki örtüsünü temizledi. Ama sonra insan yok oldu ve ilkel hayat geri dönüp onun elleriyle yaptığı her şeyi sildi süpürdü. Arazileri orman oldu, tarlaları yabani otlarla doldu, sürülerini yırtıcı hayvanlar yedi. Baksanıza Cliff House sahilini bile kurtlar basıyor." Bu düşünce onu dehşete düşürdü. "Bir zamanlar dört milyon kişinin gülüp eğlendiği buralarda şimdi kurtlar geziniyor, yabani torunlarımız, tarihöncesi dönemlerden kalma silahlarla bu koca dişli yağmacılara karşı kendilerini savunuyor. Bir düşünün!