Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Âgah Mehmet Çelebi

Âgah Mehmet Çelebi
@Hakikat01
Hüzün sevgi ve saygının bittiği yerdir.
Lisans
Turan
11 okur puanı
Ocak 2019 tarihinde katıldı
Reklam
Abdülhamid bir karar almadan önce çok istişarede bulunur. Abdülhamid ma­beyn başkitibine, diğer katiplere, mabeyncilere, şu veya bu nazıra danı­şır. Ama kimse onu tam anlamıyla etkisine alamaz. Sultanın "gözdele­ri"ymiş duygusunu uyandıranlar bile(yüzyıl sonuna doğru İzzet Paşa gi­bi) onun üzerinde, en azından saltanatın son yıllarına gelinceye kadar, nüfuz sahibi değildir. Zaten kendisi de, "müşavirlerimden hepsini din­lerim, fikirlerini soğukkanlılıkla tartarim, sonra telaş etmeden yavaş ya­vaş karar veririm. Fakat bir defa karar verdikten sonra kararımdan dön­mem ve sebatla tatbik ederim"

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Attım, o yalan postu değiştim gayri Tattım, tutuşup yanmayı, piştim gayri Aşkın, o geniş minderinin bir ucuna Bin secde edip ben de iliştim gayri.
Aşık ne kadar çekse isabet sayılır. Her türlü cefa onca saadet sayılır imanı mı var aşıka dinsiz diyenin Sevmek seni bir başka ibadet sayılır.
Reklam
Arzuları benzer kocaman bir ağaca Sen alemi versen yine yetmez bu aca Bir kul bulamazsın bu kadar dert ehli Dünyayı dolaşsan da bir uçtan bir uca.
Alemdeki esrarı serencam söyler Sak! susar ellerde gezen cam söyler Her mısraı nadide rübailerle Söylerse büyük gerçeği Hayyam söyler
Sultanın tavır ve davranışlarının hepsi, hayat tarzı, basitliği, giyim ku­şamının sadeliği, edebi ve müzikal zevkleri, rahat mobilyalara duyduğu eğilim, tasarruf kaygısı, hatta pintiliği (gençliğindeki Pinti Hamid olarak kalmıştır), bunların yanı sıra çaba harcamayı ve çalışmayı va'zeden orta kararcı ahlak anlayışı, hep burjuva zihniyeti kokmaktadır! Yıldız Sara­yı'ndaki Abdülhamid, Versailles Sarayı'nın debdebesi ve harvurup har­man savuran müsrifliği içinde yaşayan XIV. Louis'den çok, Tuileries Sa­rayı'ndaki Louis-Philippe'i çağrıştırır.
Kendini korkut­maktan da hoşlanan ürkek bir adam olan Abdülhamid, polisiye roman­lara da bayılır. Maurice Leblanc, Gaston Leroux ve Conan Doyle'un son çıkan eserlerini getirtip okutur Doyle'u yüksek bir nişanla ödüllen­direcekti
Verdi Hayrani Abdulhamid
Müzik konusuna gelince, Abdülhamid Batı müziği dinleme­yi tercih eder, ama "zihnimi yoran musıkiyi değil, dinlendirici musıkiyi tercih ediyorum" der. En sevdiği besteci Verdi'dir. Tiyatrosunda ope­retler oynatır, kentte temsil veren tiyatro kumpanyalarinı saraya da da­vet eder. Sinematografla hemen ilgilenir; Lumiere kardeşlerin icadından sadece bir yıl sonra bir Fransız bu aleti Yıldız Sarayı'na getirir.
Reklam
Abdülhamid Yıldız'a yerleştiğinde otuz beş yaşındadır. Tahta çıktı­ğında hemen hiç kimsenin tanımadığı ve kaygıyla karişık bir merakla hak­kında sorular sorulan veliaht şehzade değildir artık. iktidarda geçen bir­ kaç ayın ardından bir kişilik ortaya çıkmış, bir şahsiyet belirmiştir. Nere­deyse tamamen saraya kapanmasına karşın, birçok ziyaretçi kabul etmek­te ve pek çok kişiyle birlikte mesai yapmaktadır. Gerçi sultanın portre­sinde hala karanlıkta kalan noktalar mevcuttur, ama şahsiyetinin ana hat­larinın daha iyi saptanmasını sağlayan tanıklıklar da yok değildir.
Mimari
Ondan sonra İtalyan mimar Raimondo D'Aronco sahneye çıkar. D'Aronco ilk çıraklığının ardından Avusturya'da ve Venedik Akademi­si'nde öğrenim görmüş, İtalya'daki ilk denemelerinden itibaren neokla­sik düşünceye isyan eden bir tutum sergilemiştir. Abdülhamid onu 1893'te, ertesi yıl için öngörülen büyük bir ziraat ve sanayi sergisinin projesinde
Sultan Abdülhamid Döneminin En Büyük Kaybı Kıbrıs
İngiliz yöneticiler bölgede bir Rus saldı­rısı yaşanırsa Osmanlı İmparatorluğu'nun yardımına hızla koşmalarını sağlayacak bir üs edinmeyi düşünmeye başlarlar. Bu "hem çabalarının karşılığı hem de bir dayanak noktası" olacaktır. Farklı çözümler düşü­nülür: Girit, bazı Ege adalari, İskenderun, İran Körfezi'nde bir mevki, hatta Mısır'ın
Bir garip antlaşma Ayastefanos
Ateşkes maddelerinde anlaşmaya varılıp İngiltere ile gerginlik sona erince, Ruslar çok hızlı davranıp barış antlaşmasını bir an önce imzalamak isterler. Osmanlılara yeniden kuvvet toparlayamayacaklari kadar az zaman bırakmak söz konusudur ve ayrıca öteki Büyük Güçler'in barışın düzenlenmesini sağlayacak bir genel konferans düşündükleri de
Mart 1877'de Bir Yazarin Günlüğü'nde "Konstantinopolis bizim olmalıdır" diye üstüne üstüne basa söyleyen Dostoyevski aslında iyice kızışmış bir kamuoyunun sözcülüğünü üst­lenmektedir. Sadece Rusya nihayet "kapalı odasından çıkıp biraz boş alan bulabilsin", "denizlerin ve okyanusların temiz havasını içine çekebilsin" diye değil, " Ortodoksiuğu Müslüman barbarlığından ve Batı sapkınlığın­dan" kurtarma ve "Ortodoksluğun dünyadaki istikbali ve birliği" için ça­lışma misyonunu yerine getirebilsin diye de" Konstantinopolis bizim ol­ malıdır" diye yineler
Abdülhamid tutumluluğuyla diğer şehzadelerden ayrılır. Servetini har vurup harman savuracağına, mülkleriyle meşgul olur. İyi bir kahya gibi topraklannın işletilmesine gözkulak olur, inekleriyle koyunlarını ye­tiştirir ve çiftliklerinin ürünlerinin, sebzelerin, etin, sütün, postların, ku­zuların satışıyla ilgilenir. Yeraltından da kurşun karbonat [üstübeç] çıkar­tır ve bir üstübeç fırını işlettirerek kumaş boyacılığında kullanılan üstü­beç beyazını Venedik'den ithal edilenden daha ucuza piyasaya sürer. Ama en iyi geliri koyun ticareti sağlar: Her yıl 500-600 merinos koyunu satın alıp ürünlerini ve kuzularını satar. Piyasadaki fıyatları takip eder ve Rum simsarı aracılığıyla çeşitli spekülasyon işlemleri yaptığı Galata borsasıy­la da ilgilenir. Böylece çok para kazanır ve yıllık tahsisatı dışında ha­tıri sayılır bir servet biriktirir. Tahta çıktığında, bankeri olan Zarifı adındaki bir başka Rum da 60.000 liradan fazla parası vardır ve bunun hepsi­ni cülus bahşişi olarak dağıtır. Bu tutumlu tavır -Osmanlı hanedanı için alışılmamış bir davranış­ şehzadeye sağdan soldan laf dokundurulmasına ve adının"Pinti Hamid"e çıkarılmasına neden olur. Masraflı tutkulardan ve insanı mahveden bağ­lantılardan kurtulan, daha genç yaşında amcası Abdülaziz'in maliyeyi harap edip devleti iflas uçurumunun kıyısına kadar getiren müsrifliğine tanık olan Abdülhamid, sayı saymayı hep bilmiş ve akıllıca iş idaresi sa­yesinde gayet sağlıklı bir servet sahibi olmayı başarmış.
Reklam
Os­manlıların henüz iyi anlayamadığı yeni bir hadise söz konusudur: milli­yetçilik. 181O'lardaki bir dizi isyanın ardından Sırhistan 1829'da muh­tariyerini (özerkliğini) elde eder ve 1821'den beri merkez iktidara kar­şı isyan halinde olan Yunanistan 1830'da, Avrupa devletlerinin yardı­mıyla, bağımsızlığını kazanır.
Fatih Sultan Mehmed’in fetihlerinin yönü Avrupa idi ve şüphesiz İtalya’da ki ilk hedef Roma idi. Bu tartışılmayacak kadar açıktır. II. Mehmed, kendi zamanında eşi az görülen Rönesans tipi bir entelektüeldi. Hünkârın dünya tarihlerini, Büyük İskender’i okuttuğu biliniyor. Yunanca’sını Kritovulos ve Languschi gibi yazarlar methediyor. Farsça şiir yazıyor, Arapça biliyor.
İkinci Cihan Harbi’nden sonraki sosyalist blok döneminde bu kriz bir ara tehir edilmiştir. Ama Tito Yugoslavyası’nda bile var olduğu sanılan armoninin bulunmadığı, ani patlama ve parçalanma ile ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla burada krizin geciktirilmesi söz konusudur. Bu geciktirilme beş asır civarında ifade edilen Osmanlı Balkan hâkimiyetinin bir ürünüdür. Dolayısıyla tutarlı bir Osmanlı tarihi yazabilmemiz için bu vakayı görmemiz ve tetkik etmemiz gerekmektedir.
Anlamıyorsunuz, onlar barış istemiyor, onların tek amacı bizi tümüyle yok etmek
Tanrım, sen beni gururlu zahid yapma! Senin huzurundan uzak olan bir rind yapma! Yokluğa bir ad götüren kişi yap! Rindlikte ve zahidlikte meşhur etme!
Reklam
Akarsu nerdeyse orası yeşerir. Gözyaşı varsa rahmet gelecektir.
Dediler ki gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Dedim ki gönle giren gözden ırak olsa ne olur?
Kureyş Suresi Kureyş suresi dört âyettir ve Mekke´de nazil olmuştur.[1]
Sevdi mi, sevmedi mi, belli etmedi. Sürdürüp suskunluğunu Bekledi.
Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin, Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin. Bir ısıtır,bir üşütür,bir ağlatır,bir güldürür; Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin.
Her insanın bir öyküsü vardır, ama her insanın bir şiiri yoktur.