Hüzünlenmeyen kişi aldırmaz kişidir.
Hiç bir şey yapamayan en azından hüzünlenmelidir;
çünkü hüzün insanı diri ve ayık tutar.
Elinden, dilinden bir şey gelmediğinde, hüzünlen;
çünkü hüzün, yüreğin kavrulmasıdır;
kavrulan yüreği Allah sever;
bu nedenle hüzün, duadır.
Naci el Ali, Selahattin gibi siyasi veya askeri bir lider değildi. Düşmanlarımıza galip gelip, Filistin'i özgür kılacağımız savaşta bize komutanlık yapmayı beklemiyordu. Ama çizimleri bizi anlatıyordu. Duygularımı ve bana ağır gelen bana acı veren şeylerin yanında gerçekleşmesini arzuladığım şeyleri keifetmemi sağlıyordu.
Naci el Ali'nin resimleri bizi kendimizle tanıştırdı.
Hanzala'nın babası koca ayaklı çiftçi, çıplak ayaklı, her zaman kahırlıydı,bana babamı ve abilerimi hatırlatırdı. Çünkü her zaman kahır içinde olduklarını bilirdim.
"Hanzala, ismi, cismi, duruşu çok net. Seyreden küçük bir oğlan çocuğu. Düşmanları da belli: Kısa, şişman, çirkin, dünyayı canları nasıl isterse öyle idare eden adamlar. Sebep oldukları yıkım da çok net."
Naci el Ali kendisiyle yapılan bir gazete röportajında, Hanzala karakterini Aynu'l Helva mülteci kampından ayrılıp gazetede çalışmak için gittiği Kuveyt'e taşındıktan sonra ruhunu koruyabilmek için yarattığını söylüyordu.
Ben uzaklarda arıyorum ama basit apaçık olan şey gözlerimin önünde. İki elimle ince ipinden tutup başımdan geçirdim. Anahtar artık boynumda asılıydı. Ona dokunup yeniden düşündüm... Elbisemin içine soktum. Anneminki gibi anahtar benim de boynumda asılı kalacak. Uyanıkken ve uyurken. Banyodayken bile çıkarmayacaktım.
Amcamı hüzünle ellerini birbirine vurarken hatırlıyorum. Öfkeliydi ama heyecanı ve tedirginliği öfkesinden daha büyüktü. Hiçbir şey anlamadığını tekrarlayıp duruyordu.
"Arap kralları ve liderleri, merhamet etmedikleri gibi Allah'ın merhametine de yol bırakmıyor! Halkı neden topraklarından uzak yerlere naklediyorlar ki, nasılsa eninde sonunda yurtlarına dönmeyecekler mi? "