...Annemle babam belki de bu ölülerin arasında,dedi koyu renkli gözlüklü kız ve ben onları görmeden, yanlarından geçip gidiyorum.
Ölülerin yanlarından, onları görmeden geçip gitmek,insanlığın çok eski bir alışkanlığıdır, dedi doktorun karısı...
Bu kitabı hangi kategoriye yerleştirmem gerektiği konusunda kafam oldukça karışık. Polisiye desem yalan olmaz, biyografik veya otobiyografik eser de diyebilirim. Psikolojik veya felsefik bir eser desem yine olur. Ama gerçek şu ki okuduğum için çok mutluyum. Geç kalınmış bir mutluluk benimkisi...
Kitap sizinle konuşuyor, sohbet ediyor, ayrılamıyorsunuz başından. Bitmesin hemen diye bırakıyorsunuz, ama baş ucunuza koyarak.
İnsanoğlunun sürekli duyduğu iç seslerle, ilmek ilmek örülmüş bir yapıt var karşınızda. Bunu okudukça daha iyi anlıyor insan. Çok iyi kurgulanmış bir hikaye ve geçmişe yapılan atıflarla, düşünülmüş ve emek verilmiş bir yapıt olduğunu fark ediyorsunuz.
Eser size, bilim,sanat,edebiyat... gibi alanlarda da bilgi verip genel kültürünüze katkı sağlıyor.
Okumayanlar fazla zaman kaybetmesin diyor ve sözümü noktalıyorum.
Şirazlı Şadi'nin insanı nasıl tarif ettiğini not ettim defterime:"Yek katre-i hunest ve hezar endişe", yani " Bir damla kan ve bin endişe." İşte unutmayı başaramayan insanın trajedisi bu sözlerde gizliydi. Ömrünü endişeyle tamamlamaya ve sürekli acı çekmeye mahkûm olan zavallı ruh.
Eğer yeniden hayata başlayabilseydim,
İkincisinde, daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
İlkinde olmadığım kadar neşeli olurdum,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.
Temizlik asla sorun bile olmazdı.
Daha fazla risk alırdım hayatta.
Daha fazla Seyahat ederdim,.
Daha çok güneş doğuşunu izler,
Daha çok dağa tırmanır,
Daha