"Dünyaya gelen her canlı, tertemiz bir fıtrat üzere doğar ve dili dönünceye kadar da o hal üzere kalır; onu Hristiyan veya Yahudi yapan ise onun anne ve babasıdır." (S.A.V)
İki vasıf vardır ki kimde bulunursa Allah o kimseyi şükürlü ve sabırlı yazar: Dini hususta kendinden üstün olana bakıp ona uyan, dünyalık bakımdan da kendisinden aşağı olana bakıp Allah'ın lütfuna hamd eden...
Herkesten daha güçlü olmam gerektiğini idrak ettim. Bir güzelliğin sakarlığı, aptallığı bile şirin görünür insanlara. Ama çirkinsen başına gelen her talihsizliği hak edecek biri olduğuna inanırlar içten içe. Insanların sarsılmaz inançları karşısında durabilecek kadar güçlü olmak için çok çalışmam gerektiğini anlamıştım.
Insanlar için güzelliğin akıl ve kabiliyetten daha ilgi çekici olduğunu küçük yaşta anlamıştım. Güzel değilsen varlık göstermek için başka bir yol bulman gerekiyordu ve o, pek kolay bir yol değildi.
Içki içen insanlardan hiç hoşlanmadım. Ama içkiliyken normal vakitlerde söylemedikleri, söyleyemedikleri her şeyi sular seller gibi döküp saçtıkları için içmelerine tahammül ettim. Içki yalan makinesi gibidir. Içip de bozulmayana saygı duyarım.
Önemli olan ne kadar güçlü vurabildiğin değil, önemli olan o darbeyi yedikten sonra ileriye doğru gitmeye devam edip etmediğindir. Kaç darbe alıp hayatta yoluna devam edebiliyorsun? Işte kazanmak böyle bir şey! Kendine inanmaya başlayana kadar kendine ait bir hayatın olmayacak!
Bir kadın bir kez aklına uzağı koymuşsa ve biri kanadından tutuyor, kendisi için yuvasının daha emniyetli olduğunu söylüyorsa belki sadece bir mevsim o sesi dinler. Ama her bahar uzağa uçmayı hayal ederek uyanır.
Çocukluğumuzun özgürlüğüne selam ederdik.
Misketlerin milliyeti yoktu. Toprağımız, Allah'ımız, korkumuz, sevgimiz aynıydı ve biz ergenliğe dek ne kadar hürdük. Kafamızda hiçbir demirden pençe yokken hayat ne hafif, Ne güzeldi.
Kış, kamçı gibi yüzümüze vuran bir rüzgârla gelirdi şehrimize. Sabah ayazı ellerimizi çatlatır, okul çıkışı kömür kokusunun bastığı sokaklarda birbirimizle yarışarak koşardık. Buz gibi sokaktan sıcak eve, mutfaktaki büyük sobaya ulaşmanın mutluluğu içinde ellerimizi ovuşturarak ısınmaya çalışır, annemin bizi doyurmasını beklerdik. Annem önce sobanın üzerindeki ibriği elini yakmamak için kalın bezlerle tutarak indirir, sonra da küçük bakır sahanı koyardı yerine. O ibrik kış boyu sobanın üzerinde fokurdar, içindeki kaynar su annemin bulaşığına, bizim banyomuza, babamın çayına yetişirdi.