Kafileler ilerledikçe sağdan soldan yeni davul zurna sesleri geliyordu. Yeni bayraklar, yeni kafileler görülüyordu. Ovalardan, tepelerden inen yeni yeni yollar birbirine katılıyordu.
Köyler boşalıyordu. Pınarların dereleri doğurması, derelerin çaylara karışması ve çayların nehirleri meydana getirmesi gibi, daima üreyerek, daima genişleyerek kol kol insan dalgaları, bir yerlere doğru akıyordu. Bu dalgalar, acaba hangi denizlere dökülecekti? Yoksa bozkırlarda güneş, sularını mı tüketecekti? Doymaz çöller kanlarını emerek onları kurutacak, bitirecek miydi? Yoksa şurada burada bölüne bölüne sazlarda, bataklıklarda eriyip, dağılıp gidecek miydiler? Bu bilinemezdi. Fakat bilinen şuydu ki, bu olay yüzyıllardan beri hep böyle olagelmişti.
İnsanların neler yapacağı ya da yapamayacağı önceden bilinmez, beklemek gerekir, zamana zaman tanımak gerekir, zaman hükmeder, zaman, kumar masasında karşımıza oturan oyuncudur ve oyunun bütün kartları onun elindedir, bizler ancak hayatımızı verirsek bir şeyler elde edebiliriz, kendi hayatımızı.