Allah'a ve âhiret gününe inanan bir toplumun Allah'a ve Rasülü'ne düşman olanlara sevgi beslediğini göremezsin. İsterse onlar babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları olsun. ( Mücadele 58/22) ilahi hükmü olduğunu bileceksin...
Hasılı biriktirip biriktik de mezara götürmek iş değil, yavrum. Tek bir ömrün getiremediğini tamamlamaya çalışmak, yaşanmışı istifadeye açmak, oyuna yeni girenlerin tecrübe noksanını iyileştirmek gerekiyor. Ömer Hoca, nasihat etme ve tecrübe aktarma çabasına bütün kültürlerde rastlandığını, ancak “kadim toplumlarda, özellikle de İslam dünyasında yaygın bir gelenek oluşturduğunu” söylüyor: “...nasihat eden kimse genellikle bilgi ve tecrübe sahibi ama yaptırım gücü olmayan biridir... ve gün görmüş geçirmiş yaşlılar tavsiye veya ikaz etmeyi manevi veya vicdani bir sorumluluk olarak üstlenir.” Ömer Hoca doğru söylüyor. İdrak sorumluluk yüklüyor. “Söyleyen laf mıdır, söyleyen adam mıdır” sorusu başlı başına bir başkaldırı. Dillendirrbilmek için cüret, cüret edinebilmek için gerçeklerle silahlanmak gerekiyor.
Payına düşenden fazlasına tamah etmeyen, tokgözlü mutmain insanlarız. Sorun, kanaatkarlık dünyevi malumatı hakir görmeye meylettiğinde çıkıyor. Kadir-i Mutlak Allah'a duyduğu güvenle nefsini emniyete alan mutmain, O'ndan başka kimseyle meşgul olmayı nafile saydığında "bu dünyanın da bir ayet olduğunu" unutabiliyor. Oysa biricik gezegenimizi 21. yüzyılın arsız baronlarına teslim edip en başa dönmeye, bozkıra iltisaklı dilsiz ve mütehammil "Yaban'a" rücu etmeye razı değilsek, "bu dünyaya dair gerçekleri organ nakleder gibi rikkat ve özenle birbirimize nakletmek, masumiyetimizin ölümcül dezavantaja dönüşmesini önlemek zorundayız. İşleyebileceğimiz en büyük günah, birbirimize kayıtsız kalmamızdır.
Öğrenme alışkanlıklarımızı değiştirmek kolay olmayacaktır. Bireysel idrak bugünden yarına oluşmuyor. Sistemleştirilmiş malumatı kılçıklarından ayırmak sabır, “gerçek”e ulaşmak cesaret ve zaman istiyor. Ne var ki, zaman rahat ve huzurlu olma zamanı değil. Zaman, gecemizi gündüzümüze katma zamanı. Mükafatımız, başımıza gelenlerin nedenlerini çeşitli yönlerden tümleyen, kimi kayıtlı, kimi sezgisel, kimi bilimsel, kimi kurgusal, kimi sanatsal, kimi edebi, kimi dinsel, kimi istatistiki, kime efsanevi tümleçlerin oluşturduğu bol noktalı virgüllü hayli uzun ama herkesin anlayabileceği özlü bir arz- ı hal olacaktır.
İş değil, yavrum. Terör, sürdürülebilir bir yöntem değil. Özde sakat bir ekonomik sistemi idame ettirmenin yolu şiddet değil. Gerçek" inkâr edilemiyor. İster demokrasi libası giyinsinler ister "Özgürlük" ister "Hak"; kamusal vicdanla barışık olmayan sistemler dağılmaktan kurtulamıyor. Dağılmaktan kurtulamıyor ama "gerçek"in zaferi, hemen her zaman Basra harap olduktan sonra... O noktada Galile Etkisi devreye giriyor. Korkak, "gerçek"le yüzleşmeyi reddediyor, hırçınlaşıyor. Cahil, "gerçek"i idrak edemiyor, küçümsüyor. Hain, kendi çıkarının peşinde, "gerçek"i tahrif ediyor. saptırıyor.