Türkiye bir baskı toplumu değildi artık. Baskı toplumlarında itirazlar, reddiyeler, isyanlar şiddetle bastırılırdı. Bir iğdişlik haliydi yaşadığımız. Boyun eğmeyi reddeden her şey kaynağında kurutuluyordu. Kendimizi susturuyor, kendimizi eziyor, kendimizi hapsediyorduk. İçimizde devlet tohumu büyüyordu. Tahripkâr fikirler aklımıza gelmesin diye her gün yeni bir hadise icat ediyorduk. Sahte heyecanlar, yalan coşkular, üzerinde uzlaşılmış masallarla avunuyorduk.
"Kafasında tam pay gelse, içinden ödeşse bile, bit yeniği kadar kalan eksik her neyse tevekkeli huysuzlanır, onca yolu gerisingeri teperek üşenmeden gider, eksik olanı tamamlardı. Eksiği gediği düşünüp kafadan yorulmak yerine yürüyüp bedenen yorulmayı yeğlerdi o, ikincisinin verdiği semeri deviren bir ağrıysa, ilkinin getirdiği cana tak dedirten bir işkenceydi çünkü."
Erkekler bu kentte de bizi iki türe ayırdı. Ya kollanacak kutsal aile kadınları ya da erkeğin çeşitli niyetlerini hak edenler...Biz kadınlar bu haksızlığa dayanma gücünü nereden buluyoruz?
Sonbahar gelince kızarıp tunçlaştıkları sırada yapraklar da çiçek olurlar. Öyle çiçekler ki ne çingene sarısı, ne burun kanı rengindedir; ne arsızca açılmış, ne şımarıkça sırıtmıştır; ne koca karınlı ne de leylek bacaklıdır; bütün renk asaletini ve biçim kibarlığını nefislerinde toplamışlardır. Yerlere bir Firavun mezarından çıkarılmış küflü altın gibi serpilirler; vazolara koyamazsınız, zira siyah kadife mahfazalarda vitrinlere dizilmeye layıktırlar.
Yaprakları seviniz, çiçeği kim olsa sever!
Dut ve incir ağaçları görünür kazaya en müsait olanlarıdır. Her yıl aynı kazalar muhtelif semtlerde tekerrür eder. Dut ve incir İstanbul'un netameli meyveleridir ve çok lezzetli, yenilmesi kolay oldukları için de kurbanlarını daha ziyade çocuklarla dişleri dökülmüş ihtiyarlar arasından seçerler. Filvaki facialarda o yemişlerin doğrudan doğruya taksirleri yoktur; fakat herhalde dallarının gevrekliği ile kazaları kolaylaştırdıkları da şüphe götürmez.
Geleneksellik ve modernlik arasında kalan kırsal nüfus, geleneksel değerlerine sıkı sıkıya sarılarak "bütünleşemedikleri" kente uyum sağlamaya çalışmaktadır. Bu kesimin kültürel ürünü olan arabesk de, toplumsal geçişin bunalımını yansıtan bir kültürel bunalımın ifadesidir.
Popüler kültürün "yoz" değil de "halka ait" bir kültür olduğu inancı, yakından ya da içeriden bakıp somut insanları, ilişkilerini, dillerini tüm çelişkileriyle görmekle başlıyor herhalde.
"...her dil sürçmesiyle küçük düşmektir, yarın konuşulacakları prova ederek ve dün konuşulanlar için kendine işkence çektirerek uykusuz geceler geçirmektir..."