“Kömür kokularını sevdiğim kadın, sen ne zaman büyüdün. Ne zaman bütün şarkıların kederi oldun. O yoksulluk içinde bizi ne zaman doğurdun. Nasıl sevdin bu kadar yalan insanı. Köpükler, gamzeler, menevişler… ölümü nerende sakladın.”
Bazen akıntıya karşı yüzmek gerek, zorlanmak ve durmadan bir şeylere direnmek. Ama belki en çok da bir şekilde kendini akıntıya bırakarak o nereye giderse, seni nereye çekerse yalnızca oraya gitmek gerek kimi zaman. Hangisi daha iyi, kimse bilmiyor. Hangisini ne zaman yapmamız gerektiğini nereden bileceğimizden de hâlâ emin değilim. Kimi zaman korkutucu olabiliyor, biliyorum. Ama kendini akıntıya bırakmak belki biraz da bu demek: Etrafında ne olursa olsun, içinde ne yaşanırsa yaşansın, çevrende kaç tane korkunç fırtına koparsa kopsun, yine de bir şekilde ilerlemek. Karada kaç tane bekleyenin olursa olsun, gittiğin yerde ne bulacağına dair ne kadar şüphen olursa olsun, yine de bir şekilde ilerlemeye devam etmek. Hızlı ya da yavaş, önemi yok. Yalnızca bir şekilde ilerlemek. Kimi zaman belki de sadece sürüklenmek. Olsun. Sadece yaşamak. Hâlâ yapabiliyorken, şimdi yaşamak. Önemli olan bu.