Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Bahtiyar USTA

Bahtiyar USTA
@Karanligin_Golgesinde
Ben yanmasam, Sen yanmasan, Biz yanmasak; Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa...
Spor Uzmanı
Marmara Üniversitesi
Çorlu/Tekirdağ
Rize
139 okur puanı
Haziran 2021 tarihinde katıldı
190 syf.
·
Puan vermedi
Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmek
Osmanlı'yı Yeniden Keşfetmekİlber Ortaylı
8.2/10 · 2.996 okunma
Reklam
İstanbul’un alınışı mühim bir olay ve Akkoyunlulara değil, rakib hanedana nasib olmuştur. Ayrıca tabii unutmayalım, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, Kommen sülalesinin yönettiği ve 1204’teki Haçlı felaketinden sonra kurulan Trabzon Pontus İmparatorluğu hanedanıyla akrabadır. O yüzden de geleceğin Safevi Şah İsmail’i baba tarafından ünlü Müslüman Türkler, ana tarafından da mavi imparatorluk Kommenus kanı taşımaktadır. Kendisi Kommenlerin torunudur. Evet, böyle bir devletin de tabii Osmanlı hâkimiyetini pek hoş karşılamayacağı açıktır.
Doğu Roma diyoruz İstanbul’a, Bizans demiyoruz; çünkü Bizans, bu imparatorluk yıkıldıktan sonra Avrupa’nın verdiği bir isimdir ve imparatorluk geleneğini küçültmek için konan bir isimdir. Çünkü Almanlar, biliyorsunuz, gerçek bir imparatorluk sayılmayan Roma-Germen veya Mukaddes Roma-Germen İmparatorluğu’nun Roma olduğunu ve eski Roma’nın varisi olduğunu ileri sürmek için Bizans’ı tarihten elemek istemişlerdir. Onun için kendine Romalı diyen, Roma devleti diye isim veren bu imparatorluk, Batı’da, yıkımından sonra Bizans diye adlandırılmıştır. Bu ismi kullanmakta son derece de dikkatli davranmalıyız ve icap ederse çok alışılmış bu tabiri tarih yazımından silmek durumundayız. Çünkü Bizans çok eski Helenistik devirden kalma, hatta Helenizm öncesinden kalma koloni bir şehirdi ve bugünkü Sarayburnu’nu geçmeyen bir hacimdeydi.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
İstanbul’un Fethi
Bizans, yani Hıristiyan Roma İmparatorluğu tarihindeki menkıbeler, inançlar sükût-u hayale uğramayı birden yaşamıyordu. Halk son ana kadar Meryem Ana’nın kendilerini kurtarmasını bekledi. Son gece Ayasofya’daki ayinde imparator, Meryem Ana’nın geleceğini tebliğ etti. Halk hâlâ, Türkler içeri girdiği zaman, meleklerin duvarları yarıp ortaya çıkacakları ve Türkler’i kovacakları beklentisi içindeydi. Menkıbeler felaket anında canlanırlar. Bin yılı aşkın bir süre bütün dünyanın hayranlıkla tasvir ettiği Hıristiyanlığın bu büyük merkezi yeni bir kuvvetin eline geçiyordu.
Lale Devri’ne farklı bir bakış.
Şu kadarını unutmayalım; biz Lale Devrindeyiz. İnsanlar, zengininden fakirine, ilmiyye sınıfının en seçkin insanlarından, Ebu İshakzade’lerden tutunuz kayıkçılara, kasaplara kadar lale soğanı yetiştiriyorlar, yeni lale türleri ortaya çıkarıyorlar. Lale İstanbul’da bir moda haline gelmiş. O kadar ki Tezkire-i şükufeciyan bizim tarihimizde lale yetiştiricilerinin biyografilerini ihtiva eder. Bu eşsiz kaynağı okuduğunuz zaman göreceksiniz ki, Türk cemiyeti 18. yüzyılda ayrı bir tarzın içine girmiştir. Bilhassa bizim okul tarih derslerimizde bir israf, bir lüzumsuzluk olarak addedilen ve ardından kanlı ve cahil bir isyanı davet ettiği için âdeta suçlanan Lale Devri, bir medeniyetin açılması ve gelişmesi için âdeta lüzumlu bir üslûp değişikliğidir.
Reklam
Yakınların çırak ve kalfa yapılması dolayısıyla zanaat dalları etnik kökene göre şekillenir. Meselâ, Ermeniler kuyumcu, Rumlar marangoz, Süryaniler taşçıdır ve gümüşçüdür. Türkler çok ilginç bir şey, işlerini iyi bilirler, camcı ve vitraycıdırlar.
Altıncı asır ortasında Miletli ve Aydınlı (Tralles) iki mimar Anthemios ve İsidor yanan bir kilisenin ve İlahi Hikmet anlamındaki Ayasofya’nın yerine bugünkü bildiğimiz büyük mabedi, büyük kiliseyi bina ettiler. Vakıa, bu mabet belki, 16. asırda Sinan’ın önemli destek ve yenilemesi olmasa günümüze zor uzanırdı. Ama beşeriyet ilk defa kubbeyi sütunlar ve kemerler üzerine bina etmeyi becerdi ve bir daha bunu bırakın başka milletler, Bizans halkının, Romalıların kendileri dahi geliştiremediler. 16. ve 17. asırda Osmanlı başkentini süsleyen büyük mabetlerin yapımına kadar Ayasofya’yı geçecek ne bir yükseklik ne de kubbe genişliği söz konusu olmuştur.
İki asır sonra ise yeryüzünde bundan daha büyük bir şehir düşünülemezdi. Mısır’daki Aleksandria (İskenderiye), İtalya’daki Roma, dini bir merkez olduğu için hacimce büyük olmasa da Kudüs, eski Suriye’nin ihtişamını pek taşımasa da Antakya ve Atina ise harabeler halinde bir şehirdi. Yeryüzünde İstanbul kadar ihtişamlı başka bir şehir bulmak pek mümkün değildi. Emeviler’den sonra Şam, Abbasiler’den sonra Bağdat, satvetli devirlerinde İran’ın İsfahan ve daha evvel Kazvin, Nişabur gibi şehirler belki büyük şehirler sayılabilirdi. Ancak, şurası bir gerçek ki bin yıl boyunca İstanbul’dan daha parlak bir şehir yoktu.
Vakıa mütareke döneminin tatsız günlerinde Konstantin isminin Türkleri rahatsız etmesinden daha normal bir şey yoktur. Çünkü işgal kuvvetleri içinde yer alan Yunanlılar küçük Yunanistan’ın Kralı Konstantin’le tarihteki büyük Konstantin’in ismini birbirinin yerine koymaya çalıştılar. O yüzden resmen bu isim silindi. Hiç şüphesiz ki büyük şehrin başka adları da vardı. Bir kere İstanbul dördüncü asırda resmen kurulduğundan beri yeryüzünde onun kadar büyük bir şehir, ancak İtalya’daki Roma’ydı ve bir iki asır içinde İstanbul istikrarlı, zengin, kuvvetli bir imparatorluğun merkezi olduğu için, Nea Roma yani “Yeni Roma” eskisini gölgede bıraktı; eskisi çöktükçe, fakirleştikçe, dağıldıkça, nüfusu azaldıkça yenisi ona inat genişlemeye başladı.
“Be makam-ı Konstantiniyye el Mahmiyye…” Yüzyıllar boyu Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün fermanlarında ve kayıtlarında şehrin adı böyle geçerdi: Konstantiniyye; “korunmuş makam”… Memalik-i Mahrusa’nın korunmuş ülkelerinin merkezi Konstantiniyye bütün Arapların tarihinde, İslam tarihi boyunca bu adla anılırdı. Kimse şehrin kurucusu olan hükümdarın ne adını küçümserdi, ne de inkâr ederdi. Hiç şüphesiz ki bu resmî ad, sadece resmî işlemlerle sınırlı değildi. Son döneme kadar, basılan bazı kitapların ilk sayfasında “Konstantiniyye… matbası” künyesi vardır. Büyük Konstantin’in adını taşımaktan dolayı Osmanlı İstanbul’u hiçbir zaman yüksünmüş değildir. Dolayısıyla bu konuda bir hassasiyete lüzum yoktur.
Reklam
352 syf.
·
Puan vermedi
Beraber Yürüdük Biz Bu Yıllarda
Beraber Yürüdük Biz Bu YıllardaYılmaz Özdil
8.4/10 · 2.309 okunma
1.002 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.