Tanrı'yla takasımda hep zihnimdekilerden vaat ettim çünkü elimde avucumda hiçbir şey yoktu. Ve zihnim yanlış bir hikâyedeki her kahraman kadar doluydu, esas hikâyeyle.
Acıyan çok da "Üzülme," diyen yok. Kaç köyün insanı, şehrin meraklıları, dalaşçılar, fırsatçılar... Bir dünya nefesin içinde tutup da çocuğun kara başını bağrına basan yok.
Öldüm işte. Otuz beş yıl süren bir kâbustan uyanmak için bunu yapmak zorundaydım ve yaptım. Pişman mıyım? Belki, biraz...Yaşayan her insan kadar pişman ve ölen her insan kadar eksik işte...
Varlığında yokluğunu yaşatan, kızından utanan, kendinden başkasını düşünmeyen bu bencil kadından hırsımı almam için kokusunu ait olduğu yere -çöpe- atmak içimdeki öfke ateşini söndürmeye asla yetmeyecekti...
Ve bir de hatırlatma, cenazesi olan insanın kapıda durup gelene gidene hoş geldin deme gibi bir yükümlülüğü de yoktur. Çünkü taziye evi yangın yeri gibidir. Ve insan yanarken gözü gelende gidende değil de içindeki alevdedir.