Kitap Turnusolu

El fenerinden sonra hiçbir şey koyun postu şeyhin ününe ün katmaz. Günlerden bir gün köylüleri camiye toplar. Cami hınca hınç doludur. Şeyh Abdulhakim mindere kurulmuş. Önünde bir koyun postu serili. Şeyhin elinde ince uzun bir çubuk var. Faki'ler kaside okumaya başlar. Köylüler aşka gelir, zikr eder. Şeyh elindeki çubukla hızla posta vurur. Post yürümeye başlar. Yürüyen postu gören köylüler galayana gelir. Bağırışıp çağırışıp, feryat figan... Bazı müritler elbiselerini yırtar, göğüslerini yumruklamaya başlar. Ваzıları ise kendilerinden geçer, ağızlarından köpükler saçılır. Bir tek kendilerinden geçmeyen şeyhin yardımcıları ve şeyhin kendisidir... Şeyh işaret verir yardımcılarına, yardımcıları postu toplar. Postun altından dört farenin cıst sesleri yükselir, kimse bu sesleri duymaz...
Reklam
Şeyh evinde de iyi bir tezgah kurmuştu. Oturma salonunda yaklaşık on minder seriliydi. Her biri farklı bir renkteydi ve her rengin ayrı anlamı vardı. Örneğin yabancı bir mürit veya herhangi bir köylü şeyhi ziyarete geldiğinde, diyelim gelirken bir koyun getirmiştir, şeyhin yardımcıları onu yeşil mindere oturtur. Şeyh misafire bakar ve konuşur: - Oğlum, getirdiğin koyunu geri götür, kavurma yap çocuklarına yedir, daha büyük sevaba girersin. Bu sözler, bu keramet üzerine misafir eline, ayağına sarılır, ağlar, zırlar. O misafir artık bir mürittir. Hem de fanatik bir mürit...
Şeyhin kerametlerinin sonu gelmez. Hizna Şeyhi'nin yardımıyla Şeyh Abdulhakim, bir kaç seçme, iyi hırsız peydahlar. O günden itibaren köylülerin koyunları, davarları azalır, kaybolurlar. Şeyh derhal iştiareye yatar, suua bakar, kitap, hadis karıştırır ve çığlık atar. Bir süre sonra da kayıp hayvanların yerini söyler. Köylüler şeyhin gösterdiği yere gidip kayıp hayvanlarını gözleriyle görünce, korkudan dillerini yutar, hayvanları şeyhlerine bağışlar.

Reader Follow Recommendations

See All
Bavê Seyro'nun sesi eşliğinde çay içmek anlatılmaz güzel bir duyguydu. Kızların çoğu, Perihan köylerine gelin gelmeyinceye kadar çay nedir bilmiyorlardı. Sadece arada bir gittikleri Hacı Zorav'ın evinde görmüşlerdi onu ve çayı sadece ağaların, beylerin veya Türkçe konuşanların içtiği bir şey sanıyorlardı.
Masumca sormuştu fakat bu sözler iliklerime kadar acı verdi. İlk kez sevdiğim bir insanın sesi canımı acıtmıştı. Sahip olduğum tek şeyin bunlar olup olmadığı önemli değildi. O üç bozukluk para değillerdi. Daha önce hiç tatmadığım özel bir tür aşağılamaydılar. Dayanılmaz bir utançtı.
Reklam
Olabilirim...
Gerçek korkak mutluluktan bile korkar. Pamuk yün bile yaralar onu. Neşeden bile incinir.
geceninse karnı burnunda
suskunluğu erdem sayan bu kentte yalnız ve yaralısın yüzün acıların galerisi ellerin iş görmenin gurbetinde yüreğinse kanıyor acıların örsünde. yıkılır acının ördüğü duvar açılır sesine kapanan kapılar söz geçirebildikçe zamana yol yürüdükçe ellerini bırakmadan sevginin. daha ne diyeyim sıhhat ve afiyetteyim şiirler yazarım çiçeğe durmuş geceninse karnı burnunda
Düş
sona erecek bu acı yeniden doğacak güneş bu vahşi mevsim, zifiri okyanus nakşedecek göğün yüzünü içimdeki delifişek sızı gülümseyecek bahar bahçelerde başaklar alıp başını gidecek aşk, dünya tatlısı bir çocuk ve ekmek ve kardeşlik ve mutluluk bir sevdalı gibi öpecek hayatın güzel yüzünü yağacak herkesin beklediği yağmur
gecenin koynundan akan tüm o nehirler yoksul bir geleceğin dölünü mayalamakta
bir öksüz, acıdan gayrı yok kimsem kızgın ve bomboş yüreğimde
Reklam
şehvetle akan gecenin derinlerinde naçarım acımın başucunda uzağım kendime yıldızlar kadar yaşlıyım burada dağlar misali
Hüzün
çok ama çok özledim kuşları ki bağırışları çocuk patırtılarına karışırdı ki akşam yeli söğüt ağacının örüklerini örerdi ben de babamın yolunu gözlerdim merakla ne çıkaracak diye eskimiş ceketinin cebinden çok ama çok özledim evimi barkımı ki şehir paltosunu atardı omuzlarının üstüne ki dağlara küserdi rüzgâr annemin kucağına atlardım cadılar kaçırmasın diye beni çok ama çok özledim uykuyu ki suyun yüzüne benzerdi ay ki yıldızlar şarkı söylettirirdi nehirlere ben de renklere açardım yüreğimin sarayını sabahlara dek halay çekerlerdi çok ama çok özledim gökyüzünü ki bir ülke gülümserdi kanatlarının altında
Kime?
-yürek- gitmek bir şey değil… kime bırakacaksın bu acılı yüreği bu iğrenç şehri şu tozlu iklimi
-yürek- hangi kaval şarkımızı söyleyebildi bir rüzgârın kıyısında, usulca hangi ateş bizimle yürüyebildi çağlayan bir nehrin kenarında korkusuzca
-ben- mülteci bir yıldızım bu yamaçta silahsız bir savaşçı denizinden uzaklaşmış bir balık
52 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.