Amin Maalouf bizi, bu mistik kitabında 1600'lü yıllara götürüyor.
Kıyamet yılı olduğu düşünülen 1666 yılından kurtuluşun anahtarını saklayan bir kitabın peşindeki yolculuk "yüzüncü ad"... Dini inanç, celaletle bir olunca kıyıma, yıkıma hatta felaketlere sebep olur fikrini vermekte kitap.
Kitap günlük olarak yazılmış, sohbet havasında. Kurgusal bir tarih romanı ancak tarihi olayları barındırması akıcılığından bir şey kaybettirmemiş. Okurken Yüzüncü ad ile ilgili merak duygusu ön plandaydı; ben de bir hevesle okudum. (Tabi ki olmayan bir ismi yazmayacaktı değil mi :))
Kahramanımız Baldassare Cübeyl'den İstanbul'a, İzmir'e, Sakız'a, Cenova'ya, Amstersam'a, Londra'ya kadar gider. Konya'da vebanın kıyımına, İzmir'de Sebetay'ın başkaldırışına, İngiltere'de büyük Londra yangınına şahit olur.
Veba salgınının anlatıldığı yerlerde bir hayli etkilendim -salgın günlerini anımsattığı için belki-
Kitabın Semerkant'la kıyaslanmasını anlamıyorum. Semerkant yazarın nirvanası tabi ki o tadı alamayacağız. Ama Baldassare'ın yolculuğu gayet güzel anlatılmış.
Ve Türk düşmanlığı yapıyor şeklindeki söylemlere de katılmıyorum. Kitapta bahsi geçen mevzular beni rahatsız etmedi. Osmanlı'yı kötülemiyor, olanı anlatıyor. Rüşvet ve adam kayırma atalarımızdan miras bize ...(!)
Giriş güzel, gelişme tamam, metin orijinal, kurgu özgün, tarihi bilgi derin ama final konuya göre sönük geldi bana.
Keyifli okumalar...