"Tanrı vaktinin büyük bölümünü mutluluk arayışı içinde geçirir. Kitaplar okur, kendini geliştirmeye çalışır, sıkıntıdan kurtulmak için çeşitli aktiviteler arar, az görüştüğü arkadaşlarıyla arayı kapamaya çalışır ve vaktini başka türlü değerlendirip değerlendiremeyeceğini merak eder durur. Geçen binyıllar içinde hayli buruklaşmıştır. Artık hiçbir şey onu tatmin etmez. Zaman onu boğar. İnsanın kısacık yaşamına gıpta eder ve sevmedikleri onunla birlikte ölümsüzlüğü çekmeye mahkum edilir."
Yaşlı adam tiksinerek, "Öğk," dedi, " elinden gelse dünyanın yarısını öldürürsün, Ferro. Hayatta senin için öldürmekten başka bir şey yok mu?"
Ferro, "Eskiden vardı," diye mırıldandı. "Ama beni kamçılaya kamçılaya bunu yok ettiler. İnsanı geriye hiçbir şey kalmayana kadar kamçılıyorlar." Yulwei yüzünde acıyan bir ifadeyle Ferro'ya bakıyordu. Garipti ama Ferro adama artık bu yüzden kızamıyordu.
"Üzgünüm, Ferro. Hem senin için hem de onlar için." Yola çıkarken başını iki yana salladı. "Ama ölmekten iyidir."
Ferro bir süre yerinden kıpırdamadı, kölelerin çıkardığı toz dumanına baktı.
"Farkı yok," diye mırıldandı.
sonra vakt erişir, toprak gülümser sana
upuzun bir ömrün ortasında
ne hayata ne ölüme
yakışamazsın!
yazdırmalısın mezar taşına:
ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın
aslında hiç olmadım ben bu oyunda
ömrüm beni yok saysın...
Düşünüyorum da, kendi kaderi bile, kendisinde ufak büyük hiçbir kaygı uyandırmayan bir adamdan, başkalarının kaderi ile ilgilenmesini beklemek, budalalığın daniskası. Kendi kendimden bile kurtulmuşum ben. Bir manada kaybolmuşum. Bu etrafımızdakiler umurumda değil. Olaylara bir tabanca, bir demet çiçek, bir kutu penisilin kayıtsızlığı ile katılıyor; hayattan eski veya yeni şairlerin söylediği tarzda, hiçbir zevk almıyorum. Öyle ya, ruhsatlı veya ruhsatsız olmak, tabancayı asla ilgilendirmez. Aslolan, onun maddi varlığıdır. Benimki de, aşağı yukarı öyle. Bunun dışında; gülme, yaşama, nefes alma, koklama, görme, düşünme yeteneklerimden hiçbir çıkarım yok.