Otobüs hemen ikiye bölünmüştü. Kravatlı beyefendiler, kravatsız esnaf... Kravatlı beyefendiler göre, kravatsızlar elbette uluorta fikir beyan etmemeliydiler. İçlerinden daha da ileri gidenler, ortalıktaki betin bereketin kaçıp kaybolmasına bu saygısızlığın sebep olduğunu ileri sürdüler. Kravatsız esnafa gelince... Onlar da bıkmışlardı bu kravatlı beyefendilerden. Devlet, hükümet memurları, mecliste mebuslar, bütün gazeteciler kravatlıydılar. Hepside birer küçücük dağları kendileri yaratmış gibi bir çalım. Ancak birbirlerinin anlayabileceği dille konuşurlar, memleket memleket, vatan vatan diye patırdatsalar da sonunda kabağı fakir fukaranın yani kravatsızların başında patlatırlardı.
Dedenin kim olduğunu unuttun mu sen? Masum insanları savunduğu için hayatının üçte birini cezaevinde geçirdi! Ya Anuş amcan? Yaşamını fikirlerine adadı! Ben sana ne öğretmiştim? Ha? "Onur" kelimesi sana bir şey hatırlatıyor mu?
Yine birdenbire Yunus Emre geldi aklıma.
Başka türlü anlıyorum ben Yunus'u:
Bence onda bütün bir devir dile gelmiş Türk köylüsü:
öte dünyaya dair değil,
bu dünyaya dair kaygılarıyla...
"Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benziyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapılar, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim...
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim..."