Hz.İbrahim,misafiri olmadığı hiçbir gün sofraya oturmazdı.O ikram eder,ikramı bereketlenirdi.Türkçede 'Halil İbrahim bereketi' veya 'Halil İbrahim sofrası' gibi deyimler hep onun sünnetine atıfta bulunur.Yine bir gün sofrasına bir misafir bulmuş,önüne yiyecekleri koyup, 'Buyur,Allah adını anarak başlayıp ye!' demişti.Misafiri Allah'a inanmıyordu;teklifini reddetti:"Hayır,bunu yapmayacağım,çünkü senin Allah'ına inanmıyorum." İbrahim üzüldü; yemesi için Allah'ın adını anmasını şart koştu.Misafir inat etti ve sofraya elini sürmeden kalktı.O gece Allah İbrahim'e rüyasında şöyle buyurdu:'Ey İbrahim!Ben Benim adımı anmayan, hatta Beni inkar eden bütün kullarıma her gün rızıklarını veriyorum,hiçbir gün nimetimi eksiltmiyorum da sen Benim adımı anmayan birine bir kere olsun tahammül edemedin ve rızkını kestin ha? "
Kalbini kin ve düşmanlıktan arındır,kalbi düşmanlıkla meşgul olan kişi,faydalı işler yapamaz.Çünkü kalp,iyilikle doludur ve iyiliğe zıt meşguliyeti barındıracak kadar geniş değildir.
MÖ 552-479 yılları arasında yaşamış olan ve insanı hayata bağlayan ilkelerin erdemden kaynaklanan sorumluluklar olduğu görüşünü savunan Çinli büyük filozof Konfüçyüs'e,"Ülkenin yönetimi sana bırakılsaydı ilk iş olarak ne yapardın?"diye sorarlar.O da "Hiç kuşkusuz dili gözden geçirmekle,dili düzeltmekle işe başlardım."der. "Niçin?" derler. "Dil düzgün olmayınca söylenen söylenmek istenen değildir,söylenen söylenmek istenen olmayınca yapılması gereken yapılmadan kalır,yapılması gereken yapılmadan kalınca törelerle sanatlar geriler,törelerle sanatlar gerileyince de adalet yoldan çıkar,adalet yoldan çıkınca halk çaresizlik içinde kalır.Bu sebeple söylenmesi gereken başıboş bırakılamaz.Onun için dil her şeyden önemlidir."der.Dilin işlevini açıklamak için bundan daha güzel bir yaklaşım olamaz herhalde!