Onlar geldiğinde, gördükleri manzara karşısında şok olmuşlardı, onların beklediği cesetlerle örtülmüş bir şehirdi.
Bu gerçekliğin ağırlığıyla gelmişlerdi bakmaya bile korkarak devam ederken, hayır boştu, insanların nutukları tutulmuştu.
Ölümü çoktan kabullenmişlerdi ama bu boşluk onları deli ediyordu, ruhlarında bir sancı.
Sevdiklerinin cesetlerini bile almaya hakları yok muydu?
Onlar bu boş ölümün getirdiği sessizlikle sarmalanmış şehirde sessizliği bile bozmaya cesaret edemeden, diğerlerinin cansız bedenlerini arıyorlardı.
Hiç bir şey bulamadılar, bir bir cesaretleri kırılıp umutları bitiyordu, bu yokluğu kabullenmeye başlamışlardı. Tanrı bu umutsuzluğa mavi bir umut yolladı. Etrafta anlamsızca artmaya devam eden mavi kelebekler vardı. Kimse bir anlam vermiyordu bu kelebeklerin bu şekilde artmasına ve sonunda bir bilge mavi kelebeklerin artemis çiceklerine çekildiğini söyledi.
İnsanlar mavi kelebeklerin peşine düştü, sevdikleri insanların cansız bedenleri için.
Mavi kelebekler onları tıpkı bir cenneti anımsatan çiçek bahçesine götürdü, gözlere cennet, kalplere ise mezarlıktı burası.
İnsanlar artemis çiçeklerini gördüğünde hüzün dolu bir mutluluğa büründü, ağlayarak tebessüm ettiler, burası artemis bahçesiydi, burası sevdiklerinin mezarlığıdı!
Elleriyle toprağı kazımaya başlamışlardı ama çok derindeydi fayda etmedi.
Kanla yeşeren bu çiçek dolu bahçeyle insanlar uzanmıştı yer yüzüne, kelebekler taşınmıştı gökyüzüne onların ruhlarını, ölüm hiç bu kadar acımasızca süslenmemişti.